Şubat ayının yedisinde, Jejudaki Gwakji adlı bir yerde ilk kez bir siren kıyıya sürüklendi.
Sirenin ince deniz yosunu gibi koyu saçları, Uzun ve bir o kadar seyrek kirpikleri, ince bir burun, kemikli yüz hatlarıyla yüzünde güzel bir kadının hüznü vardı. Üst gövdesi kristal benzeri bir şeffaflığa ve soluk bir beyaz renge sahipti. Vücudunun alt kısmı tıpkı bir balığa benziyordu. Altın taçyapraklarından farksız küçük pulları sıkı sıkıya dizilmişti. Kuyruğuyla yüzgeci ise şeffaf sarıydı ve büyük mabet ağacı yapraklarına benziyordu.
Sesi Tarlakuşu flütünün şarkısına benzer berrak ve yankılanan bir seste, dünyada ender rastlanan bir balık türü olduğu söyleniyordu ama yine de görünen o ki kuzey denizinde bunun gibi inanılmaz canlılar nadir de olsa bulunuyordu.
...
Ben Mingyu, size bir zamanlar Jeju topraklarında sulh hakimi olarak görev yaptığım zamanlarda başıma gelen her şeyimi kaybetmeme sebep olan geriye kalan sadece hapishaneyi andıran bir odada bir masa ve şu anda üzerinde oturduğum bir sandalyemin kaldığı olayı dile getirmek istedim. Ya da emin değilim sadece kendimi rahatlatmak adına yazıyor olacağım.
Bir kış günü, görevim gereği Gwakji'nin deniz kıyılarını devriye gezerken akşama yakın körfez kıyısına ulaştım. Orada hazırda bulunan bir tekneyle gün içinde bir sonraki limana gitme niyetindeydim neredeyse haftanın birkaç günü de bu şekilde devriye gezerdim. 5-6 yoldaşla birlikte kuzeyde kışın ender görülen açık bir gökyüzünün altında sakin denizde kıyıdan yaklaşık 800 metre kadar uzaklaştığımızda rüzgâr olmamasına rağmen sakin deniz aniden yükselmeye başladı. Tekne bir yaprak gibi savruluyordu.
Bazılarının yüzlerine aşina olduğum yolcular korkudan kireç gibi olmuştu biri arzuladığı kadının adını haykırarak "Elveda Elveda!" diye şehvet ve ıstıraba gömülmüştü, bir diğeri sırtında taşıdığı çantasının içinden bir incil çıkarıp ters tuttuğunu farkına varmadan saygıyla başının üzerine açık şekilde kaldırmış çaresizce yüksek sesle okuyordu. Sojuyu büyük bir aceleyle kafasını diken ve "Bunu içmeden geride bırakıp ölürsem gözüm arkada kalır." diyerek herkese gösterip çalım satan alkolik olduğunu epeydir gözlemlediğim biri ya da ölümün eşiğinde bile 'ayağıma dokundun' gibi gereksiz tartışmalara başlatanlar da vardı. İnsanlar türlü türlü yaygaralar koparıyorlardı.
Dalgalar giderek daha fazla yükselmişti ve tekne şiddetle aşağı yukarı sarsılıyordu artık yaygara koparacak güçleri bile kalmamıştı. İlk önce kayıkçı teknenin alt kısmını yüzüstü kapaklandı. Sonrasında ruhunu kaybetmiş biri gibi bitkin bir halde "Bizi bağışla." diyince güvertedeki tüm yolcular da kendilerini kaybederek ağlayıp kendilerinden geçtiler.
Yalnızca ben tek başıma başından beri tekneye sırtımı yaslayıp bağdaş kurarak oturmuş sessizce kollarımı kavuşturarak ileriye doğru bakıyordum ancak çok geçmeden gözlerimin önündeki deniz suyu altın rengine döndü. Beş renkli su baloncuklarını sıçrayıp kabardığını gördüğüm sırada beyaz köpüklü dalgalar ikiye ayrıldı. O gün onun ne olduğunu ayırt etmekte zorlansam da sonradan idrak ettiğim siren, önceden efsanelerde duyduğuma benzer görünüşü ile ortaya çıktı. Kafasını salladığında koyu uzun saçları arkasına savruluyordu. Kristal kollarıyla deniz suyunu bir kulaç iki kulaç yararak yılan gibi bir hızla tekneye yaklaştı ve küçük ağzını açıp feryat eder gibi berrak bir ses çıkardı.
Korkudan olduğu yere saplanan insanların arasından geçip yolun engellenmesine sinirlendiğim için çantamdan küçük bir yay çıkardım Tanrı'ya sessizce dua ederek okunu fırlattım ve o sireni tam omzundan vurdum. Sonrasında o sessizce dalgaların arasına battı ve azgın deniz anında yatıştı. Deniz yüzeyi eskisi gibi sakinleştikten sonra demin batan güneş barışçıl bir şekilde güvertede parlarken kayıkçı aptalca sırıtarak ayağa kalkıp "Endişelenecek bir şey yok gördüğünüz gibi her şey kontrolüm altında. Teknemde hepimiz güvendeyiz." dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
bir aptalın aşkı, gyuhao
Fanfiction"...ince deniz yosunu gibi koyu saçları, uzun ve bir o kadar seyrek kirpikleri, ince bir burun, kemikli yüz hatlarıyla yüzünde güzel bir kadının hüznü vardı..."