Sabah erkenden kalkıp biraz neredeyse boş olan sokaklarda koştum. Sonrasında eve dönüp duş aldım. Saat 9 du. Kafeler çoktan açılmıştı. Üzerime rahat ama şık bir eşoftman takımı giydikten sonra evimin biraz ilerisinde bulunan kafeye kahvaltı yapmaya gittim. Genelde kahvaltımı burada yapardım.
Kahvaltı yaparken uzun süredir görüşmediğim eski sevgilim Andrea'dan bir mesaj aldım. "Kelvin yardımına ihtiyacım var başım büyük belada" yazıyordu. Lanet olsun bir gün daha ne kadar berbat olabilirdi ki? Kahvaltımı yarım bırakmak zorunda kaldım ve Andrea'nın evine gittim.
Kapıyı çaldım ama kimse açmadı. Ensemde soğuk silah namlusunu hissettim. "Arkanı dön" diye bir ses duydum. Ses Andreaya ait değildi. Yavaş ve temkinli bir şekilde arkama döndüm. Sarışın ve genç birisi bana silah doğrultuyordu. "Kimsin" diye sordum. Bana "Dün gece öldürdüğün Emilio'nun oğluyum. Şimdi içeriye geç yoksa değer verdiğin sevgilin ölür" dedi.
"Sevgilim?" bilgilerimi nereden aldıysa yanlış almıştı. Biz ayrılalı neredeyse 7 ay oluyordu. "Sevgilin veya her ne sikimse umurumda değil ama istiyorsan onun kafasında bir delik açabiliriz. Bunu istermisin?". Ne kadar ayrılmış olsak da benim yüzümden ölsün istemiyordum. Bu yüzden de o kapıyı açtığında içeriye girdik. İçeride maskeli 3 adam vardı. Birisi cidden iri ve yapılı olsa da diğer ikisi daha sıradan duruyordu. Andrea'nın kafasına da bir silah dayamışlardı.
Salona girdiğimizde arkamda duran sarışın genç silahın kabzasıyla enseme vurmuştu. Gücü bayıltmaya yetmese de afallatmaya yetmişti. Kendimi yerde bulmuştum. Silahı kafama doğrultmuş parmağı tetikte bekliyordu. Andrea "Ne istiyorsunuz bizden lütfen bırakın gidelim" diye ağlıyordu. Sarışın genç "Adım Felix. Felix Castelli. Bu gördüğün şerefsiz dün gece babamı öldürdü anlıyormusun?"
Andrea şaşırmış görünüyordu. "Kelvin birisini öldürmez yanlış anlamış olmalısın" dedi ağlamaklı bir sesle. Felix de "Sen öyle san" diyerek gülümsedi. "Bu gördüğün şerefsiz-" onun sözünü kestim. "Bana bir kere daha çerefsiz dersen seni de babanın yanına yollarım anladın mı?" diyerek ekledim. Felix de güldü ama sonra ciddileşti. "Bunu yerde yattığın halde söyleyebildiğine göre yürekli birisiymişsin." dedi.
Birkaç saat hiçkimsenin sesi çıkmadı. Ben buradan nasıl kurtulabileceğimi düşünürken Felix de sürekli beni izliyordu. İçinden ne düşündüğünü bilemem ama bir an önce buradan kurtulmam gerekiyordu. Sessizliği Felix bozdu. Chris ben acıkmaya başladım buraya gelirken gördüğümüz kafeden birşeyler alsana" dedi ve yapılı olan adam dışarıya çıktı. Diğer adamlar da Felix in isteği üzerine bizi iple bağladı ardından hepsi de dışarıya çıktı.
Fırsat bu fırsat dedim ve elimdeki iplerden kurtulmaya çalıştım. Biraz uğraştıktan sonra ipleri çözdüm ve Andrea'nın da iplerini çözdüm. İkimiz de Andrea'nın yatak odasına gittik. Camı açtık ve dışarıya atladık. Arabamı biraz ileriye park etmiştim. Arabaya kadar gelebilmiştik. Arabaya bindiğimizde arkamızdan Felix ve adamlarının geldiğini gördüm. Arabayı çalıştırıp olabildiğince hızlı bir şekilde oradan uzaklaşmaya çalışıyordum. Arayı açtığımız bir zamanda Andreayı arabadan indirdim ve herşeyi daha sonra anlatacağımı söyleyerek uzaklaştım. Gerisini zaten biliyorsunuz...
***
Önümde bir adam vardı muhtemelen benden sadece birkaç yaş büyüktü. Bana incelercesine dikkatli bir şekilde bakıyordu. Ağzını açtı bir şey demek için ve alay edercesine "Bu çocuk mu babamızı öldürdü cidden? İnanabiliyormusunuz buna?" elini kafama koydu ve sert bir şekilde saçlarımdan tutarak yüzüme yaklaştı. "Koskoca Emilio Castelli yi cidden sen mi öldürdün çocuk!?"
Bu yaptığı sinirimi bozmaya başlamıştı. Önümde duran adamın gözlerinin içine baktım "Beni küçümseme sakın! Babanı bu kadar seviyorsan sizi kavuşturabilirim!" bunu dememle saçlarımı bırakıp bana vurması bir oldu. Onun vuruşuyla birlikte kendimi yerde buldum.
"Bana bir kere daha o ukala gözlerle bakarsan senin gözlerini oyarım anladın mı beni!" bunu derken bağırıyordu. Sesi tüm depoda yankı yapmıştı. Adamlarına "Kaldırın şunu" diye bağırdı. Beni kaldırdıklarında tekrar yüzüme yaklaştı. "Seni babamı öldürmen için kim gönderdi?". Alaycı bir bakış attım ve sonra dedim ki "Neden? Seni de mi öldürmesini isteyeceksin?" dedikten sonra kahkaha attım. "Sen adam gibi anlat bende adam gibi seni öldüreyim. Kendine gereksiz yere acı çektirme." dedi ve ekledi "Dediklerin beni tatmin ederse kim bilir, belki de seni öldürmekten vaz geçer sadece patronun olan dangalağı öldürürüm."
"Patronumun olduğunu da nereden çıkarttın? Belki de ben öldürmek istedim. Olamaz mı?". Tek eliyle boğazımı kavradı ve öylesine sıktı ki, konuşmayı bir kenara bırak nefes dahi alamadım. Boynumu bıraktı ve tekrar sordu "Hala sakinken söyle. Patronun kim?". "Sizde bu boğaz sıkmak bir gelenek sanırım" diyerek güldüm. "Baban ölmeden önce de aynısını yapmıştı. Ama bil bakalım noldu" ben bunları söyledikten sonra adamlarına bir el işareti yaptı. Adamlarından birisi yanımızda duran boş masaya bir çanta getirdi.
"Ne var o çantada?" tedirgin olduğum sesimden de belliydi. "Sabırlı olursan görürsün" dedi ve çantadan birkaç alet çıkardı. Kerpeten, çekiç, farklı boylarda bıçaklar, muşta... "Önce hangisinden başlamak istersin hm?" diye sordu. Ben de "İstediğini yap. Yine de beni konuşturamazsın." dedim. "Konuşmazsan ölürsün. Ben de biraz eğlenmiş olurum." diye ekledi.
Birkaç saat süren işkence ardından ben baygın bir vaziyette öylece oturuyordum. Başımdan aşağı tekrar bir kova tuzlu su yememle kanayan yerlerimin yanması ve benim uyanmam bir oldu. "Günaydın bay uykucu işimiz henüz bitmedi farkındasın değilmi?" yüzüme çok yakındı. "Ne büyük şanssızlık. Bu güzel yüz bir hiç uğruna dağıtılmaya değer miydi?" alaycı bir bakış vardı yüzünde. "Seninle oynamak artık sıkıcı olmaya başladı. Ne dersin sence de artık farklı şeylere geçelimmi?" dediğinde belinden çıkardığı silahı boynumda hissettim. İşte o an içimi gerçekten de bir korku kapladı.
"Beni öldürecek misin?" diye sorduğumda gülümseyerek "Hayır. Ama çok acı çekeceksin" dedi.