Genç adam yağmur damlarının ıslattığı saçlarını gözlerinin önünden çekti. Bacaklarında koşmaktan dolayı oluşan bir sızı vardı ama şuan bunu önemseyemezdi. Biraz daha artırdı hızını. Arkasına dönüp gelip gelmediklerini kontol etmek istiyordu ama bu onu yavaşlatabilirdi.
Geçtiği sokak Ankara'nın izbe yerlerindendi. Eğer başınızı belaya sokmak istiyorsanız buralarda takılabilirdiniz. Çınar pekâlâ bunun farkındaydı ama umursamıyordu çünkü çoğu kişinin geçmekten çekindiği bu sokaklar onun yuvasıydı. Biraz ileride gördüğü antika dükkanı ile sırıttı ve biraz daha hızlı koşmaya başladı. Hava soğuk değildi sadece gökyüzünün bugün biraz ağlayası tutmuştu.
Kendini dükkanın içine attı. İçerisi karanlık ve bomboştu. Tek ses yağmur damlalarının cama vurarken çıkardığı minik tıkırtılardı." Nihat amca!" Diye seslendi, dükkanın yaşlı sahibine. Nihat Amcayı çok küçükken tanımıştı. Ona dükkanını açmış bir bardak su vermişti. Ama şuan yaşlı adamdan ses gelmiyordu." Nihat amca, ben Çı- Arın." O kızın yanında zaman geçirmekten kendi adını unutmuştu.
Alt katta ki mutfağa indi. Tahta merdivenlerin gıcırtısı ürkütücü bir ses çıkarıyordu. Alt kata ulaştığında el yordamı ile duvardaki lamba anahtarını yukarı doğru kaldırıp cılız ışığın nemli odayı aydınlatmasına izin verdi. Ama gördükleri karşında bir adım geri gitti. O an burnuna nemden başka bir koku daha ulaştı. Kan kokusu...
Nihat Amcası biraz ileride ahşap tavana ellerinden çivilenmişti. Tamamen çıplaktı ama yinede vücudu görünmüyordu çünkü kan ve yaralarla doluydu. Yaraların taze olduğu hâlâ akmakta olan kandan belliydi. Yaşlı adamın ayak ucunda bir kan gölü birikmişti. Tek gözü kapanmak üzereydi ve ağzındaki dişler yerlere dökülmüştü. Kulağının teki yoktu. Genç adam etrafa bakmak istedi kulağı aramak için ama midesi buna izin vermedi. Anında olduğu yerde çöküp midesindeki sabah yediği tostu çıkardı. Şimdi kan kokusuna birde Arın' nın istifra kokusu karışmıştı. Yüzünü buruşturdu. Yaşlı adamın yanına yürüdüğünde ahşap tavana kazınmış sembolü gördü. Bir daire kazınmıştı ortasında da Hilal'e benzeyen bir işaret vardı ve Hilalin karşısında büyük harfle bir "S" işareti vardı. Bu sembolü ilk görüşüydü ama unutması mümkün değildi. Bunu her kim yaptıysa onun için çok değerli olan birini almıştı ondan. Bunu zamanla unutacaktı ama intikamlar kendini her zaman hatırlatırlardı.
Ayakkabısının ucuna bulaşan kanı görünce bir kez daha kustu. Ağzındaki ekşimtrak tat midesine hiç de yardımcı olmuyordu. Yaşaran gözlerini elinin tersi ile sildi. Ve cesete bir daha bakmadan çıktı.
Yürüdü, yürüdü ve yürüdü. Bir çocuk parkına geldiğinde kendini banklardan birine bıraktı. Sanki koku üstüne sinmiş gibi ne yaparsa yapsın geçmiyordu kan kokusu. Mide bulantısı hâlâ geçmemişti ve korkudan titriyordu. Onun için geri gelirmiydi? Ölmek onun için sıkıntı değildi ama abisini bırakamazdı ona ihtiyacı vardı. Hemde Ay ışığı çok üzülürdü. Biliyordu o Mısra'nın umuduydu ve eğer giderse kızın umudu da giderdi. Aniden aklına gelen ile yerinden fırladı. Bugün cuma günüydü ve kızın okul çıkışına çok az kalmıştı. Bok gibi hissediyordu ama umrunda değildi, verilmiş sözler vardı.
Önce ilk gördüğü büfeden her zamanki çikolatalayı aldı. Sonra durmadan okula doğru yürüdü. Bugün çok fazla yürümüştü yetmemiş koşmuştu ama yorgun hissetmiyordu. İnsan zaten bir dakika olsun görmek istediği kişinin yanına giderken nasıl yorgun olabilirdi? Ona giden yolları diken bahçesi ile donatsalar düşüneceği tek şey zamanında varmak olurdu.
Okulun aşağısındaki büfeye geldiğinde durdu. Büfenin hemen yanında bir çocuk parkı vardı genellikle okuldan kaçan sevgililer burda otururlardı. Arın burayı hiç bir zaman sevmezdi fazla gürültülü bir parktı.
Arın kızı beklerken, Mısra da bir an önce okuldan çıkmak istiyordu ama Coğrafya hocaları konuyu fazla sıkıcı anlatması yetmiyormuş gibi birde bir haftanın özetini de anlatıyordu. Bayık gözlerle bakmaya devam etti. Sonra ofladı, oturma şeklini değiştirdi, tekrar değiştirdi, saçlarını diğer tarafa attı, önündeki kalemi ile sıraya hilal çizdi. Zaman bir türlü geçmiyordu." Mısra!" Ona seslenen öğretmenine baktı." Efendim hocam." Sesi uykulu ve uyuşuk gelmişti.
"Derse çok ilgili görünüyorsun." Burnunun ucuna kadar kayan gözlüğünü kalkıp düzeltmek istedi kız." Beni dinliyormusun?"
Kız göz döverdi işte şimdi öğretmen bir soru soracaktı ve Mısra cevaplayacak herkeste sanki uzaylı görmüş gibi bakacaktı." Dinliyorum." Diye cevap verdi.
"Ozaman söyle! Kayaçlar kaça ayrılır?"
"Kayaçlar Magmatik, Tortul ve Başkalaşım olmak üzere üçe ayrılır. Magmatik Kayaçlar iç püskürük ve-" öğretmen sonunda gözlüğünü düzelti ve kızı susturdu." Tamam yeter bu kadar." Mısra zaferle yerine oturdu. Derse kaldığı yerden devam ederken Kızın aklı genç adamdaydı. Biliyordu şimdi onu bekliyordu dışarda. Çünkü Çınar asla sözünü çiğnemezdi.
Zil çaldığında Mısra arkasından bağıran Zehra'yı umursamadan koştu. Çarptığı insanlardan özür bile dilemedi bugün çok bekletmişti onu daha fazla beklemek istemiyordu. Okulun bahçesinden çıktığında hızını düşürmüş yürümeye başlamıştı. Heycanlıymış gibi gözükmek istemiyordu.
Büfenin yanındaki parka geldiğinde banka oturmuş çocuğu gördü. Avuçlarını yüzünü koymuş dirseklerini bacaklarına yaslamıştı. Mısra onun iyi olmadığını aralarındaki o kadar mesafeye rağmen anlamıştı. Yanına yaklaştı usul usul." Çınar."
Genç adam aniden irkilmiş ve geriye doğru çekilmişti. Kızaran gözleri ile Kızın kaşları daha çok çatıldı." İyimisin sen?" Konuşmadı sadece karşısındaki yeşillere baktı. 'Sakin ol' diye geçirdi içinden 'nefes alabilirsin, o burda yanında gözlerine bak yeter.' Derin bir nefes çekti içine." Hoşgeldin!" Oturması için yana kaydı ama Mısra tedirgince yüzüne bakmaya devam ediyordu." Otursana Mısra." Dedi sesi kötü geliyordu.
Kız yanına oturdu ve yanındaki gence baktı." Noldu?" Elini kaldırıp yüzüne dokunmak istedi ama yapamadı." Birşey olmuş. Anlat bana."
"Bana sarılırmısın?" Diye sordu Arın titreyen sesine rağmen. Şuan fazla savunmasızdı, eğer Mısra ona sarsılsaydı hiç birşeyi umursamaz bebek gibi ağlardı.
Çınar'ın bu hâlleri kızı korkutuyordu ama bir kere bile düşünmeden kollarını gencin boynuna sarıp kendine doğru çekti. Bunu yaparken zorlanmamıştı çünkü Arın zaten zayıf bir çocuktu. Anında başını kızın boynuna gömdü ve sessiz sessiz akıttı göz yaşlarını.
Tişörtündeki ıslaklığı fark etmişti ama sesini çıkarmadı sadece biraz daha sardı bu savunmasız küçük çocuğu. Saçları ile oynadı başının tepesine minik bir öpücük bıraktı. Saatlerce o bankta öylece durdular. İkiside konuşmadı.
Çünkü Mısra biliyordu ki en güzel destek bazen sessizliğini korumaktı. Kollarındaki çocuğa ne olduğunu bilmiyordu bilmeyecekti de ama o an onun yanında olmak istemişti.
O günden sonra yıllar geçecekti hayat o iki çocuğa da büyümekten başka çare bırakmayacaktı ama bu birbirlerinin yanında huzur buldukları tek sefer olmayacaktı.
Unutmayın, lotus çiçeği bataklıkta açar umudu simgeler, ay ışığı karanlık geceyi aydınlatır çünkü gecenin güneşi yoktur. Bazen bataklıkta açan bir çiçek umudu simgelerken bazende başkasının ışığını çalmasına rağmen geceyi aydınlatarak onca kişinin umudu olur ay.
Biraz kısa bir bölüm oldu ama birşeylerin oturması ve Arın için Mısra'nın değerini görmemiz gerekiyordu. Yani bu bölüm gerekliydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lotus Çiçeği
AksiRutubet kokan eski harabe binanın koridorlarını genç kızın topuk sesleri dolduruyordu. Bir eli karnındayken endişeyle dostunu ona yardım edebilecek tek kişiyi bekliyordu. Titreyen elleriyle gözyaşlarını sildi. Dışardan duyduğu sesle bakışlarını ora...