Gözlerimi arabanın camından yüzüme vuran güneş ışınlarıyla açtım, etrafıma bakınmaya başladım. Önce yanımda uyuya kalmış ablamı, sonra ön koltukta uyuya kalmış annemi ve arabayı süren babamı gördüğümde "Geldik mi?" diye sordum. Sorumla arabayı kullanan babam dikiz aynasından bana gülümseyerek baktı ve sorumu cevapladı. "Hayır, daha değil. Yarım saatlik daha yolumuz var gibi görünüyor."
Bıkkınlıkla oflayarak camdan dışarı bakmaya başladım. Birkaç dakika boyunca tek yaptığım doğayı, ağaçları, kuşları izlemekti. Sonra susadığımı fark ederek beyaz sırt çantamın ilk gözünü açtım, gözlerim hemen pet şişemi bulmuştu. Suyumu içip pet şişeyi tekrar yerine koyduktan sonra Stephen King'in Sis isimli kitabını aldım.
Bu kitabı mola verdiğimiz bir kahve dükkanının karşısındaki kitap satan bir mağazadan almıştım, daha hiç okumamıştım. Kendi kendime 'Yeni evimizde okuyacağım ilk kitap bu olsun.' diye söz vermiştim kitabı görüp beğendiğim ilk an.
Kitapları severdim, kitap okumak iyi gelirdi bana. Eski evimizdeki odamda bulunan koltuğuma otururdum elimde bir kitapla. Oturduğum koltuğumun yanındaki beş raflı kitaplığıma bazen kahvemi, bazen annemin ya da ailem evde yokken evin yemeği, temizliği gibi işlerle ilgilenen Bayan Lee'nin yaptığı kurabiyelerin yer aldığı bir tabağı koyardım. Kitap okurken kahve içmek ya da kurabiye yemek hoşuma giderdi. Bu yüzden sık sık anneme ya da Bayan Lee'ye kurabiye yaptırırdım.
Ailem sık sık iş gezisine çıkardı, evde ya ablamla kalırdım -ki o çoğu zaman arkadaşlarıyla olurdu- ya tek başıma ya da Bayan Lee gelirdi ve bazen gelirken yaşıtım olan küçük kızını, yani Son Chaeyoung'u getirirdi. Chaeyoung annesi gibi çok iyi biriydi, sevecen, güler yüzlü, nazik, komik. Hayatımdaki nadir arkadaşlarımdan birisiydi o. Ablamın aksine sosyal biri değildim, gittiğim için üzülen nadir arkadaşlarımdan biriydi o.
Ve ben şimdi, doğup büyüdüğüm, bütün hayatımın geçtiği Seul'den ayrılmış, yaklaşık beş saatlik yolculuğun sonunda ulaşmış olacağımız Busan'ın şehre yakın bir kasabasına gitmek için yoldaydım. Ve yolculuğum uyuyarak geçmişti, yeni uyanmıştım. Taşınma işlerinden dolayı uykusuzdum, arabaya bindiğimde uyumuştum.
Kitabımın sayfalarında yavaşça göz gezdirdim, tek bir kelimeyi dahi okumamaya özen göstererek. Çünkü dediğim gibi, kendime bir söz vermiştim ve bu kitabı yeni evimde okuyacaktım. Kitabı çantama geri koyup fermuarı kapattım. Üzerimdeki bej renkli hırkamın cebine ellerimi koydum. Başımı tekrar camdan dışarı çevirdiğimde aklımdaki şarkıları mırıldanıyordum. Gözlerimi sıkıca kapattım, arkadaşlarımı düşündüm. "Az ama öz dostlar" derler ya, öyleydi benim de dostlarım. Hepsini çok severdim ama genelde yaşıtım değil de kendimden biraz büyük insanlarla arkadaş olurdum.
Son Chaeyoung yaşıtım olan arkadaşlarıma örnekti misal; Baekhyun oppa ise sık sık gittiğim kafenin sahibinin oğlu ve orada babasına yardım etmek amacıyla çalışan benden büyük arkadaşlarımdan biri. Evet ya, bu yeni taşındığımız kasabada sık sık gidebileceğim bir kafe olur muydu? Kafeleri severdim, Seul'de yaşarken evden çok kafelerde zaman geçiriyordum. Okuldan geldikten sonra gece dörde kadar orada oluyordum, ki bu on saat yapıyordu. Evde sadece uyuyordum.
Hafta sonları ise eşyalarımı alır erkenden giderdim kafeye. Çalışanlarla birlikte açardık bazen kafeyi, ben kafe birkaç müşteriyle dolunca arka odaya çekilirdim. Çok benimsemiştim o kafeyi, çalışanları. Çalışanlarda beni sevmişti, çok yakın arkadaş olmuştuk. Dertleri olduğunda benimle paylaşıp bir çözüm isterlerdi, sevinçli olduklarında ben de mutlu olayım diye anlatırlardı.
"Yerim, geldik." Sıkı sıkı kapattığım gözlerimi babamın iki kelimesiyle açarken, camdan dışarıya hızlıca baktım. Bu sırada babam annem ve ablamı da uyandırmaya çalışıyordu. Ellerimi cebimden çıkardıktan sonra gri sırt çantamı sırtıma takıp arabadan indim. Daha babam, annem ve ablam arabadan inmeden bagajı açmış, kendi çantalarımı ve bavulumu alıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
it's over | jungri.
FanfictionJeon Jeongguk arkadaşlarıyla girdiği iddia üzerine kasabaya yeni taşınan Kim Yerim'i kendisine aşık etmeye çalışır.