herkese selamm, lütfen yıldıza basmayı ve bolca yorum yapmayı unutmayın çünkü çok güzel sahneler bizi bekliyor!
iyi okumalar
vargas antrenmana gelmeden önce kendisiyle büyük bir mücadele vermişti. telefonda arkadaşı ile tartışmıştı. aslında söylediği laflara içerlememişti. sadece bu zamanlar fazla soğuk olduğunu kendinden başka bir şeyi düşünmüyorsun yorumları biraz fazlaca takılmıştı kafasına. ama bunlar zaten doğruydu, kendimden başka birini düşündü de noldu tekrar yalnızdı.
arkadaşının söylediklerinin bir üstünü yaparak onu kışkırtsa da canı yanıyordu.
acısını böyle gizliyordu işte; umursamayarak. başkalarının canını sıkarak.
dün kendisine söylenen laflar arkadaşları tarafından kışkırtılmıştı. çok ağlamıştı dün gece. o kadar ağlamıştı ki hangi ara uyuyakaldığını hatırlamıyordu bile. sabah aynadan kendisine baktığında şişmiş gözler hafif çökmüş göz altlarıyla karşılaşmıştı
acısının en basit göstergesi.
çantasını soyunma odasına bıraktı. antrenman saatine kadar ne yapacağını bilmiyordu. salona doğru ilerledi zaten az bir zaman vardı. salonun arkasındaki gizli yerine gitmeyi düşündü. sonra tüm bu düşünceleri zihninden silerek attı giderse bir sigaradan sonra hemen gelmek zorunda kalacaktı.
salondaki masaya oturdu, masanın üzerindeki kalem ve defteri kendine çekerek saçma bir şeyler çizmeye başladı. hızlı davranıyordu. bacağını titretmeye başlamıştı yine ama asla farkında değildi. ağlamak istemiyordu. kendisini sıkıyor, dolayısıyla ruhuna en büyük kamçıyı vurarak yeni yaralar açıyordu. ağlayamamak, melissa vargas'ın kendisine yaptığı belki de en büyük hatalardan birisiydi.
"siktir olup gitmek istiyorum bu dünyadan..." dedi mırıldanır bir şekilde. bu sırada saçları pembe boyalı kız salona girmiş kızın o halini görünce kilitlenip kalmıştı. omzu girişin pervazına dayalı sadece bakıyordu. gözlerindeki birikmiş yaşlar bir türlü inmiyordu yanaklarına. bacağının hiç olmadığı kadar titrediğini görüyor, defter sayfasını sertçe karalıyordu.
salona giren oyuncular ebrar'ın baktığı boşluktan içeri girdiklerinde odak noktaları vargas olmuştu hepsinin. kız, elindeki kalemi yorgunluktan sahanın içine doğru fırlattığında görebilmişti kendisini izleyen grubu. pelin, aslı, selen, alya,elif... hiçbiri umrunda değildi. ebrar'a baktı çaresizce.
sert çehresinin şaşkınlıkla çevrelendiğini görmek kötü hissettirdi. ayağa kalktı, defter sayfasını eline alarak salondan hızlı adımlarla ayrıldı. herkes şaşkındı saçı boyalı kız ise bu şaşkınlığı üzerinden çoktan atmış ve temkinli adımlarla kızı takip etmeye başlamıştı.
kendisine gerçek bir çaresizlikle bakan o gözlerin ardında kendisini görmüştü. her gece yatmadan önce maskesini indirir, bakışlarını yumuşatır ve tıpkı vargas'ın baktığı gibi aynadaki yansıması da ona bakardı.
ve ebrar karakurt bunca zaman içinde en iyi kendisinin rol yaptığına inanırdı. maskesini düşüremeyeceğini, bir başkasının ona dokunamayacağını.... bilemezdi; melissa vargas aslında ebrar'ın sergilediği küçük tek kişilik gösterideki davranışların en berrak yazarıydı.
arkasından ilerlemeyi sürdürdü. kızın en sonda boş olan bir soyunma odasına girdiğini gördüğünde durdu, içeriye adım atmadan kapı dışından baktı. bir oturağa oturmuş, yüzünü avuçlarının arasına almıştı. bacakları titriyordu. ağlamadığı için mi böyle oluyordu?
yutkunamadı ebrar. kızın rahatça ağlayabilmesini sağlayabilmek için tüm dünyayı yakıp yıkabilir, onu üzen her kimse canını yakabilirdi.
aslında kızda kendisini görmekti onu netleştiren. ebrar karakurt hayatı boyunca ağlamanın onu rahatlattığını öğrenmişti. şimdi öğrendiği ne varsa bunu kıza öğretmek istiyordu.
kapı kolunu kavradı, usulca açtı ve hafif adımlarla odadan içeri girdi. onu ürkütmek istemiyordu. üzgün olduğu, onu bu hale getiren şey neydi bilmiyordu ve istemeyerek tuz basmaması gerektiğinin çoktan farkındaydı.
"vargas," dedi sessizce. esmer, kızın insanı rahatlatan sesini duyduğunda öfkelenmesi gerektiğini düşündü. neden gelmişti buraya?
avuçlarının arasından yüzünü ayırdı, sert bakışlarla ebrar'a baktı. "neden geldin sen peşimden?" diyerek sordu ve hırsını alamayarak ayağa kalktı. "iki sohbet ettik diye her şeyi yönetebileceğini falan mı sandın?"
ebrar öfkelenmemesi gerektiğini gayet iyi biliyordu çünkü vargas'ı tanıyordu. vargas'ı kendisinden tanıyordu. öfkesini etrafa saçan o çocuktan tanıyordu. "sanmıyorum," dedi ılımlı bir tavırla. "sadece iyi değildin ve seni yalnız bırakmak istemedim."
"beni yalnız bırakmak istemedin?"dedi sorarcasına. kaşlarını çatmış, alaycı bir tavırla çevrelenmişti kızın yüzü. oysa bu sadece gerçek duygularını saklamak içindi. kimsenin umurunda olmamıştı; bir tek ebrar karakurt. o, yalnız bırakmak istemeyerek yanına gelmişti. üstelik kendisini en yalnız hissettiği dönemde.
dudakları titredi, hiçbir şey söyleyemedi. karşısındaki kızın kararlı bakışlarını gördükçe tüm suçlayıcı kelimeleri utançla geri çekiliyorlardı sanki. doğru olmasa böyle bir şey olmazdı değil mi? neden ebrar'ın bakışlarında yatan hisleri bu kadar kolay kavrayabiliyordu?
odadan çıkmak için bir hamle yapacağı sırada ebrar buna izin vermedi. nazikçe kolundan kavradı, sırtını bir dolaba yaslayarak önüne geçti. kollarını dolaba yaslamış, bedenini kolları arasına alarak hapsetmişti. bu hapsediş, onu kötülüklerden korumak içindi.
"hiçbir yere gitmiyorsun," dedi kararlı sesiyle. kızın dudaklarını aralamasına izin vermedi. bir elini dolaptan çekti, işaret parmağını ise o dolgun dudakların üzerine kapattı. "şştt," dedi sessizce, yutkundu. titreyen adem elmasını gördü, kız. ebrar'ın bakışları o cezbedici dudaklardan usulca esir eden gözlere çıktı. "konuşma, vargas. gitmek istediğini biliyorum."
sesi emir verişten çok uzak, naif bir tondaydı. kulaklarından ziyade ruhunu okşamaya başlayan o kadifemsi ton vargas'ı susturmaya yetmişti. hiçbir şey söyleyemedi. o an, ebrar'ın gözlerinin ardındaki gerçek kızı gördü. bu kız, vargas'ın aynı çaresiz bakışlarının izlerini taşıyordu ve yara bere içerisinde kalmıştı.
daha fazla dayanamadı, ebrar. bakmaya devam ederse eğer o dudakların üzerine kapanan tek şey parmağı olmayacaktı. esmer kızı kendisine doğru çekti, kollarını bedenine nazikçe dolayarak sarıldı.
öylece kaldı, vargas. ne tepki vereceğini bilemedi. yesli'den sonra bedenini kimsenin sarmadığı gerçeği geldi aklına. ağlamak istedi ve o an nedendir bilinmez, engel olamadı buna. kolları sarılmak için havada kaldı, gözlerinden yaşların akmasına izin verdi.
ebrar karakurt ise kendisini darmadağın eden saçların kokusunu çekti içine. düzeni reddediyordu. eğer dağıtacak olan bu kokuysa, dünyanın düzenini bile bozardı. tepetaklak ederdi her şeyi. yeter ki bu koku, ebrar karakurt'un ruhunda asılı kalsın.
elini saçlarına çıkararak usulca mırıldandı. "düşmanın değilim, gel." vargas, kollarını kızın bedenine dolayarak başını göğsüne yasladı.
tebessüm etti ebrar. tişörtünü ıslatan o yaşları kutsal saydı, soluna hapsederek içi yara bere olan kızın izlerini sildi. esmer kızın gerçekliği, ebrar karakurt'un içerisindeki küçük çocuğu iyileştiriyordu.
"seni kim üzdü bilmiyorum," dedi kulağına doğru. "ama kimin mutlu edeceğini kendi adımdan daha iyi biliyorum, vargas. güven bana ve ağla."
melissa vargas, kıza güvenerek ağladı. ne kadar ayakta kaldılar bilmiyordu. dizlerinin titremesi yavaşlamaya başlamış, sanki tüm zehri atmıştı içinden. hiç kuşkusuz bu zehir; ebrar karakurt'un solundan süzülerek bir panzehire dönüşmüştü.
"yorgun musun?" diyerek sorduğunda kapının önünden bir tıkırtı duydular ardındanda bir kaç insan sesi. istemeyerek olsa da geri çekildi, vargas. gözlerinin içerisine bakamadı, ebrar'ın. ebrar ise onu anladığından bir şey söylemedi. sarılması, güvenmesi, söylediğini yapması zaten aralarında küçük bir bağın kurulduğunu gösteriyordu.
soyunma odasının kapısı açıldığında vargas hızla elinin tersiyle sildi gözyaşlarını. hızlı adımlarla pek iletişimi olmayan öğrencilerin yarattığı boşluktan çıkıp gitti. ebrar ise arkasından baktı, gözden kaybolduktan sonra ise derin bir iç çekti.
melissa vargas ona ne yapıyordu böyle?