İki saat matematik çalıştığımıza inanamıyordum. Üstelik birşeyler anlamıştım. Rüzgar anlayacağım dilden anlatmıştı doğrusu. Örneğin X bendim, hep yalnız kalıyordum ve Y bencilin tekiydi.
Saate baktığımda 19.00'ı gösteriyordu. Burası Çandarlı'ydı ve İzmir akşamları ayrı bir güzellikte olurdu. Tabiki evde oturmayacaktım. Bugün Pazar'dı ve tahmin etmek zor değildi, herkes dışarıdaydı. Rüzgar aklımı okumuş gibi "sahile gidelim mi?" dedi.
"Bilemedim ki şimdi."
"Sen bilirsin" derken telefonunu çoktan çıkarmıştı bile. Hatunlarından birini arayacaktı.
"Tamam tamam madem o kadar ısrarcısın gidelim bakalım" dedim ve ukalalık yapma hakkı doğmadan odama kaçtım. Hazırlanmaya kıyafet seçmekle başladım. Her zaman sadelikten yana olmuştum. Fakat bu gece içimden elbise giymek geçiyordu. Garip kızdım doğrusu. Yaklaşık üç saat önce annemin ölmeden önce bana yazdığı bir mektubu yıllar sonra bulup okumuştum ve hayatımın kazığını yediğimi fark etmiştim fakat mutluydum.
Belki de canımın yandığı kadar can yakmak için canımın yandığını belli etmemem gerekirdi. Eminim ki bir süre sonra kül olacaktır bu can, yanmaktan.
Bu şık, mor elbiseye göre sade kalacak bir makyaj yaptım. Makyajda abartıdan nefret ederim. Yüzüme dokunduklarında parmaklarının derinlerde kaybolmasını istemem. Göz kalemi ve ruj yeterli. Rüzgar beni bu kıyafetle görünce sahile değil, lüks bir yere götürmek zorunda kalacaktı. Hayır canım ne uyanıklığı.
Merdivenlerden düşmeden inmeyi başardığımda Rüzgar'ı elinde sigara, duvara yaslanmış bir şekilde buldum. Sıkılmış olmalıydı çünkü hazırlanmam biraz uzun sürmüş olabilirdi. Biraz. Ben gülümserken o kaşlarını çatmıştı.
"Bir terslik mi var?"
"O elbise ne öyle?"
Anlamsızca ona baktığımda "kısa ve dekolteli" diye ilave etti.
"Noldu? Kıskandın mı?" dedim ve kahkaha attım.
"Boş boş konuşma Esila. Dışarısı soğuk o yüzden diyorum." Elbette inanmamıştım.
"Burası İzmir ve her zamanki gibi hava fazla sıcak."
"Dediğimi yap ve başka birşey giy."
"Gerek var mı? Sen yanımdasın."
İkna olmamıştı. Amacım bu elbiseyle kalmama izin vermeseydi fakat başardığım tek şey egosunu tatmin etmek olmuştu. Bir saniye ya, onu ilgilendirmezdi ki. Tamam bunu biraz geç fark etmiştim ama bir daha bana böyle karışırsa onu dinlemeyecektim. Hızlıca odama gittim çünkü çok oyalanmıştım. Üzerime bir tişört ve tayt geçirdim. En azından makyajımla uyumluydu. Saçlarımı her ne kadar açık bırakmış olsamda İzmir'in havası bunaltıcı sıcaklıkta olduğu için bileğime de toka geçirmeyi unutmadım. Merdivenlerden inerken siyah ojelerime dikkatlice baktım. Henüz çıkmamışlardı.
Keşke siyah ojelerime değilde önüme baksaydım. Ayağım kaymıştı ve merdivenlerden aşağı yuvarlanmıştım. Gözlerim kararıyordu, nerede olduğumu göremiyordum. Ben düşerken önüme geçip biryere çarpmamı engellemiş olsaydı ona kahramanım diyebilirdim ama gözlerimin karartısı geçmişti ve önümde bulunan şey Rüzgar değil, duvardı. Rüzgar'sa koltukta oturmuş beni izliyordu ve gülüyordu. Öküz.
"Vay be! Biz burda düşelim canımız acısın Rüzgar bey hem kılını bile kıpırdatmasın hem de dalga geçercesine gülsün. Öyle olsun."
"Hiç trip atma. Her düştüğünde yanında olamam."
Bu acıtmıştı.
"Haklısın. Ne sanmıştım ki? Hep yanımda olamazsın, doğru."
Söylediklerim onu kızdırmış olmalı ki kaşlarını çattı ve ayağa kalktı. Ben yanıma gelip "canın acıyor mu?" diye soracak sanarken kapıyı çarptı ve gitti. Bu da neydi böyle?
Nasıl gidebilmişti ona ihtiyacım varken?
Darmadığındım ama güçlü kalmak, dimdik olmak zorundaydım. Elimden gelebildiğince sakin olmaya çalışarak telefonumu aldım ve ilk başta babama, sonra Nejat abiye mesaj attım. Yarın akşam bizde olacaklardı.
Çantamı alıp evden çıktım. Sahile gidecektim. Dalgaların kıyıya vurma sesi her zaman huzur verirdi. Taktım kulaklığı ve yürümeye başladım.
En sevdiğim şarkı başladığında sahile çoktan ulaşmıştım. Boş bir bank buldum ve oturdum. Denizin masumluğunu izlerken düşüncelere dalmıştım bile. Rüzgar'ın sesiyle irkildim.
"Hep yanında olabilirim."
"Anlamadım?"
"Hep yanında olacağım fakat buna alışmanı istemiyorum. Henüz 17 yaşındasın ve yüzlerce insan tanıyacaksın. Her düştüğünde seni kaldırırsam beraber düştüğümüzde kalkacak gücü bulamayız."
Ben gittiğimde kalkamazsın dememişti, beraber düştüğümüzde demişti. Gözlerini denize dikti ve uzun bir soluk aldı. Onu seviyordum, nasıl saklayabilirim? Sözlerine devam etti.
"Yani demek istediğim şu ki düştükçe düşmemeyi öğreneceksin ve yine demek istediğim şu ki ben seni seviyorum."
"Seni seviyorum, ömrümün yettiği sonsuzluğa kadar."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mektup
ChickLit17 yaşında, güçsüz bir kızın her gün acıyı bırakarak gitmeleri öğrenme hikayesi.