14. BÖLÜM

7.8K 411 100
                                    

"CESET"

Bazen diyorum, keşke... keşke güzel bir hayatım olsaydı diye. Belki o zaman bu acıları yaşamak zorunda kalmazdım, öyle değil mi?

Sonra ise annemin naif ve şefkatli sesi yankılanıyor kulaklarımda; 'Bu mutluluğun hayatla ilgisi yoktur güzel kızım.' Diyor. 'Senin tek mutlu olduğun gün yanında sevdiklerinin ve sağlığının yerinde olduğu gündür."

Sağ kulağımdaki çınlamayla gerçeklik algım yeni, yeni geliyordu sanki. Başım deli gibi zonkluyor, gözüm kararıyordu.

Gözlerimi sertçe kapatıp açtım. Karşımda geçmişimi mahveden adam yoktu. Gitmişti. Ya da her şey bir halüsinasyondan ibaretti.

Ellerimi cebime sokup kantine doğru yürümeye başladım.

Tek, tük hastaların ve ziyaretçilerin olduğu kafeteryaya ayak bastığımda aniden bana çarpan kişiyle geriye doğru adımladım.

"Kusura bakma, acelem var." Arkasına dönmeden önce adamın hakkında gördüğüm son şey sağ yanağının gözünün altından, dudağının sus çizgisine kadar uzanan derin bir çizgiydi.

Umursamayıp kasanın oraya gittim. "Merhaba, üç tane çay alabilir miyim? Birde kaşarlı tost." Adam kafasını sallayıp söylediğim şeyleri hazırlamaya başlarken bende telefonumla ilgilenmeye başladım.

Birkaç dakikanın sonunda adam bana seslendiğinde telefonumu hırkamın cebine koyup cam masaya koyduğu tepsiyi elime aldım.

Dikkatli adımlarla ilerleyip kafeteryadan dışarı çıktım ve binaya doğru giriş yaptım.

İkinci kata geldiğimde gördüğüm ilk yüz Ediz'in daha sonra Gülsüm annenin yüzü olmuştu. "Adin?" Ediz beni görür görmez yanıma doğru gelip elimdeki tepsiyi eline aldı. "Niye zahmet ettin? İsteseydin alırdım zaten."

"Yoruldun sende. Hem ne zahmet etmesi? Bunca zaman bana ev sahipliği yaptınız." Samimi bir şekilde gülümseyip Gülsüm annenin yanına gittim. "Nasılsın Gülsüm anne?"

"Kızım iyileşirse daha iyi olacağım kızım." Dudaklarımı içe büküp başımı yere eğdim. "Sana da zahmet oluyor kızım. Saatlerdir burada bizimlesin."

"Bak bu iki oluyor sürekli zahmet, zahmet. Bende senin kızın sayılmaz mıyım Gülsüm anne? Ne öyle bana yabancıymışız gibi davranıyorsun?" Gözlerini mahçupça bana dikip elimi tuttu.

"Senin hakkını ödeyemem kızım." Pişmanlıkla gözlerimi kapattım. Sevcan şu an benim yüzümden o yatakta yatıyordu. "İstersen Ediz seni eve bıraksın, zaten Anıl burada. Hem biraz dinlenmiş olursun."

"Hayır..."

"Annem doğru söylüyor Adin. Hadi gel seni eve bırakayım." İtiraz etmek için ağzımı açtığımda kaşlarını çatıp elindeki deri ceketi bana verdi. "İtiraz istemiyorum. Biraz dinlen daha sonra tekrardan getiririm seni." Çaresizce ayağa kalkıp Gülsüm anneye ve Anıl'a veda ettim ve Ediz'i takip etmeye başladım.

Hastaneden çıktığımızda park yerine ulaşıp arabaya bindik. Ben hâlâ konuya nasıl gireceğimi bilemezken aniden arabanın içinde bir telefon melodisi yankılandı.

Ediz arayan kişinin kim olduğuna bakarken yüzü ilk önce sinirli daha sonrasında ise bıkkın bir hâl almıştı. "Efendim Gülay?" Dedi telefonu açıp kulağına götürdüğünde.

Gülay ismini duymamla yüzümü buruşturdum. "Sağ ol." Karşı taraftan gelen cılız ses tonuyla göz devirip başımı cama yasladım. "Hayır, gelmene gerek yok. Bizde eve gidiyoruz zaten."

Perdenin Ardındaki Yüzler Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin