Seonghwa yorgun adımlarla evin kapısından içeri girdi. Parmaklarını bile ağrıtan bir gün geçirmişti, anahtarı yuvasından zorla çıkarabildi. Taşımaktan yorulduğu çantasını koridora bırakıp ayaklarını sürüyerek odasına yürüdü. Evdeki sessizlik ona garip gelmişti. Diğer üyelerden mutlaka uyanık olan olurdu ve ses yaparlardı. Kimsenin çıtı çıkmıyordu bu yüzden hepsinin yorgunluktan çoktan uyuduğunu düşündü. Yatak odasının kapısına gelince kapının altından sızan ışığı gördü. Hongjoong hala uyanık olmalıydı. Kapıyı açtı ve içeri girdi.
"Joong?" sadece masa lambası yanan oda loş ışığa mahkum kalmıştı. Oda havasızdı. Diğerini gardıroba yaslı halde buldu. "Orada ne yapıyorsun?"
"Etrafı toplamak istedim ama üzerime yıkılıyorlardı. Ben de öylece kapattım." dedi yaslandığı yerden doğrulurken. Seonghwa konuşmasında normalden farklı bir sakinlik sezdi, sanki bir replik okuyor gibiydi. Yorgunluk yüzünden hayal kurduğunu düşündü. Ceketini çıkarıp sandalyenin üzerine attı. "Diğerleri uyuyor mu?"
"Ölü gibi hem de."
Seonghwa çoktan kendi yatağına oturmuş olan Hongjoong'a sorgularcasına baktı. Garip bir kelime seçimiydi, bu da nereden çıkmıştı şimdi? "Sen iyi misin?"
"Evet, neden?" Hongjoong yatağa ellerini dayayıp geriye yaslandı. Loş ışıkta parlayan gözleri diğerini bir anlığına ürküttü. Yüzünde alışkın olmadığı bir gülümseme vardı, Hongjoong gülümserdi ama böyle değil.
"Garip davranıyorsun." Yatakta yanına oturup saçını alnından uzaklaştırdı. Üzerindeki kıyafetler ise şimdi dikkatini çekti. Baştan aşağı siyah giyiniyordu, bu normaldi, ama neden dar jean ve gömlek giyiyordu? Eve ondan çok önce gelmişti. Üstelik bu sabahkinden başka şeyler giyiyordu. "Kıyafetlerini mi değiştirdin?"
Hongjoong başını eğip üzerindeki parçalara baktı. Gülümsemesi genişlerken cevap verdi. "Etrafı toplarken giyiverdim."
Seonghwa başını iki yana salladı. Kesinlikle yorgunluktan böyle düşünüyor olmalıydı. Kalkıp kendi kıyafetlerini daha rahat olanlarıyla değiştirmek için dolabın önüne geçti. Ancak kapağı açamadan bileğinden yakalandı. Başını çevirip ona dümdüz bir ifade ile bakan Hongjoong'a baktı. "Joong?"
"Ne yapıyorsun?"
"Üzerimi değiştireceğim." Dolaba baktı bir anlığına. Geldiğinde ona yaslıydı. İçinde bir şey mi saklıyordu? "Dolapta bir şey mi var bilmemi istemediğin?"
"Hayır." Yapmacık olduğu belli olan bir gülüş yaptığında Seonghwa bir şeylerin ters olduğuna emin oldu. Boştaki eliyle açmak için uzandı ama Hongjoong o elini de yakaladı. Arkasından uzanıp bileklerini tuttuğu için şimdi kollarının hapsindeydi. Güç uygulayıp onları açmaya çalıştı. "Hongjoong, komik değil, bırak beni."
"Şaka yapmıyorum ki Hwa." Hongjoong yaklaşıp kulağına fısıldadığında donup kaldı. Ne olduğunu, onu neyin ele geçirdiğini anlamıyordu. Korkuyordu. Sıkı tutuş gevşemeden onu dolaptan uzaklaştırdı. Geriye çekilirken gözüne çarpan sepet ve içindeki kıyafetler bir şeyden emin olmasını sağladı. Dolabın içinde bir şey saklıyordu, bunun için kıyafetleri çıkarmıştı.
"H-hongjoong, ne yapıyorsun?" hala onu geriye çeken adamın neyin peşinde olduğunu anlamıyordu. Ayaklarını yere bastırsa da onu durduramıyordu. "Joong, tamam, dolabı açmayacağım. Bırak beni!" Hongjoong kollarını karnına dolayıp onu kaldırdığında içindeki korku daha da büyüdü. Bir anda kendini yüz üstü yatakta buldu. Ellerini yatağa dayayıp kalkmaya çalıştığında sırtına oturan adam yüzünden yapamadı.
Hongjoong üzerine uzandı. Delirmek üzere olan bir adamın gülmemek için kendisiyle savaştığında yaptığı sesler dudaklarından kaçıyordu. Hongjoong'un elleri diğerinin ince kazağının içine sızdı. Teninde yukarı kayarken tırnaklarıyla ince çizikler açıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
THE DOOR
FantasyBir anda kötü ikizinizi karşınızda gördüğünüzü düşünün. Size ve sevdiğiniz her şeye zarar veren biri. Gün doğumunda bütün kanıtlarıyla yok olan bir canavar. peki ya sizden başka kişilerin de başına geldiğini öğrenseydiniz? Peki ya çok daha ağır sır...