☬ 32 ☬

897 171 180
                                    

Bölüm: 32

"Bu o mu?"diye sordu devriye gezen ateş askerlerinin başındaki komutan. Yerde, çimenlerin arasında öylece sol kolunun üstünde uyuyan omegayı süzdü. "Yüzünü gösterin."

Arkasındaki iki asker hızla uyuyan omegayı sırtüstü çevirdi, kaba olmayı umursamamışlardı ama omega hissetmemiş, uyumaya devam etmişti. Komutan elindeki kağıttaki resimde çizili erkeğe, sonra da tekrar uyuyan omegaya baktı. Arananlar listesindeki omegaydı. "Bu o."dedi kafasını sallayarak. "Ambara götürün. Dikkatli olun ve uykuda tutun." Gözleri arkasında kılıcı olan, dik ve kendini beğenmiş duruşu, kibirli ifadesiyle onlara bakan dövmeli alfaya döndü. "Sen de gel. Altınlarını verelim."

Yorgunluktan baygın olan Taehyung'un bedenini taşıdıkları sırada "Sandık payını da isterim."dedi alfa sırıtarak. Ama askerler giderken yerdeki prensin yüzünün olduğu ilan kağıdını - Taehyung'un handan çıkmadan önce bu kağıdı aldığını net bir şekilde hatırlıyordu- ve üstünde ağır bir alfa kokusu olan gülü fark etmiş, askerler fark etmeden hızlıca kavrayıp yandan astığı koyu kahverengi çantasına atmıştı.

-

Taehyung, gözlerini açmaya çalıştığında zorlandığını hissetti. Kolları ve bacakları iki yana açılmış, bir yere bağlanmıştı. Aynı şekilde boynunu da kalın bir ip sarmış, kafasını hareket ettirmesine engel olmuştu çünkü kafasını hareket ettirdikçe boynu tahriş oluyor, acıyordu. Bedeni çok yorgundu. Göz kapakları zorlanarak açılsa da açlık ve özlemin yükü kendisini zayıflatmıştı. Etrafındaki hiçbir şeye odaklanamıyordu. Neredeydi? Ne olmuştu? En son hatırladığı tek şey...

Elini gül ve kağıdı kontrol etmek için çekmek istedi ama kımıldayamadı. Tüm bedeni tetiklendi, gerçekten kısıtlanmıştı. Hayal ya da kabul edememek değildi. X şeklinde bir tahtaya bağlanmıştı. Hareket edemiyordu.

En son elindeki resme ve güle bakıyordu. Sevdiğinin kokusu ve resmi neredeydi? Yorgun olsa da kuruyan dudaklarını diliyle ıslatırken etrafa bakındı. Boş bir odaydı. Büyüktü ve arkasından içeri giren güneşe bakılırsa arkasında cam olmalıydı. Bulunduğu oda topraktan yapılmaydı. Dişlerini sıktı ve tam karşısındaki demir kapıya baktı. Dışarıdaki insanları hissedebilmek için yorgunluğunun onu yenmesine izin vermedi, derin bir nefes aldı ve odaklanmaya çalıştı.

Aptaldı. Arada yemek yese bile bazen öğün atladığı için yorgun olduğu zamanlar oluyordu ama dışarıda öylece bayılacak ve hiçbir şeyi fark edemeyecek kadar uzun yemek yemeden duramayacağını bilmeliydi. İnsanlar elbette yorgunluğunu kullanmıştı. O kadar şanssızdı ki iyi insanlara bir türlü denk gelemiyor, her zaman kendisini kaosun içinde buluyordu. Doğduğu günden beri bu böyleydi.

Başına gelen en güzel olay ise artık yoktu. Jeongguk'u yoktu.

Kaşları çatılırken düşündü. Kaç gündür baygındı? Ne zamandan beri buradaydı? Kim onu yakalamıştı?

Ya o yokken Jeongguk, buluşma yerine gittiyse ve kimse olmadığı için geri döndüyse?

Bağlı kaldığı odada yalnız kalması iyi olmuştu. Ve ellerinin değil de bileklerinin bağlı olması da.

Ciğerlerini dolduracak kadar derin bir nefes içine çekti, ellerini yumruk yaptı. Dikkatini toplamaya çalıştı. Etrafındaki toprakları kullanmak en basit işti. Ama bileklerine ve boynuna bağlı kalın ipleri kesmek onu zorlayacaktı çünkü kafasını çeviremediği için nereyi kesebileceğini göremiyordu.

Kendisine güvenmekten başka çaresi yoktu. Ve güveniyordu da. Yumruk yaptığı parmaklarını açtı, iki yanından birer parça toprağın duvardan kopmasını sağladı. Toprakları sertleştirip bıçak şekline getirdiği toprakları sivri yaptı parmak uçlarını hareket ettirerek. Sonra ise kalbini sakinleştirip odaklanarak kendisine yaklaştırdı. Sivri, sert toprak iplerinden tekini sol bileğine diğerini ise boynuna yaklaştırdığında tam teninin yanından keserken hızlı olmamaya çalıştı. Zihniyle odaklanıyor ve dikkatli olmaya çalışıyordu. Kendisini böyle bir aptallıkla öldüremezdi. Henüz Jeongguk'una kavuşmamıştı.

shameless | taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin