Yurttan dışarıya adımımı atar atmaz, elbisemi dizlerime doğru çekiştirmeye çalıştım. En yakın arkadaşım Simge Balkondan "Çekiştirip durma şu elbiseni en güzel sen olacaksın o baloda." diye bağırınca ellerimi çektim. Okulun son senesi olduğu için bir kıyafet balosu veriyordu sınıf öğretmenimiz. Sadece bizim sınıfa. Aslında vampir kostümü giyecektim ama yurtta bize bakmakla görevli olan abla onu çamaşır makinesine attığı için Simge' nin elbisesini giyiyordum. İngiltere prensesi Ashley Moon' un elbisesi. Prenses Türkiye' ye gelmişti ve kayıptı. Simge de o kızın kıyafetinin aynısını almış. Bana "Prensesin kıyafetlerine benzer kıyafet almıştım onları giy kız kayıp zaten komik olur." demişti. Şuan üzerimde o kıyafet vardı. Zaten neredeyse tanıdığım herkes beni o prensese benzetirdi. Hafif bir makyajla da resmen o kız gibi gözüküyordum. Saçlarımı omzumun arkasına atıp yürümeye başladım.
***
Kapıyı hafifçe itip, balonun yapıldığı alana girdim. Cem adında bir oğlan "İngiltere' nin kayıp prensesi Ashley bizim baloya gelmiş." dediğinde herkes gülmeye başladı. Gözlerimi devirerek boş bir masaya oturdum. Bir kaç dakika sonra sınıfın yakışıklısı Mert gelip "Benimle dans eder misin prenses?" dediğinde gözlerimi kısarak "Siktir git lan. Zaten elbise götümü anca kapatıyor, birde dans mı edecem?" Mert yavaş adımlarla yerine dönerken nasıl sıkıldığımı fark ettim. Saat 11' ydi ve uykum gelmişti. Dışarıya bahçeye çıktım. Tam ayağa kalkacakken sınıfın şırfıntısı Cansu çelme takınca yeri boyladım. Hızla ayağa kalkarken yumruğumu Cansu' ya geçimeye çalıştım. Sadece çalıştım çünkü diğer şırfıntılardan Berru ve Su beni tutmaya çalışıyorlardı.Cansu' nun neden böyle yaptığına gelirsek inanın hiçbir fikrim yok!
Saçımı hızla çekerlerken "Bırakın lan saçımı diye bağırdım. Benim tepinmelerim ve onların hırpalamaları sonucu; elbise karnımın oradan delindi. Sinirle hepsine baktım. "Emanetti lan bu şırfıntılar!" diye bağırıp Cansu' nun yüzünü yoldum. Onlar da benim yüzümü yolmaya başladıklarında yere düştüm. Ayağa kalktığımda farkettiğim şeyle gülmeye başladım. Cansu' yla aynı elbiseyi giymiştik. "Sırf bunun içinmiydi?" Sinirle elini saçlarına daldırdı. "Ben girdiğimde herkes 'Ne o prensese mi özendin? Yalnız bok gibi olmuşsun' dediler. Sen girdiğinde ise..." Ağlamaya başladığında omuz silkip sola döndüm. Kapıya doğru ilerlerken birinin beni ittirmesiyle önümde ki çamurlu suya düştüm. Elbise çok kötü olmuştu ve Simge' ye çok mahçup olacaktım. Sinirle arkamı döndüğümde koşarak kaçtıklarını gördüm.
***
Bileğime bağladığım tokamla saçlarımı aşırı dağınık bir topuz yaptım ve yürümeye devam ettim. Simge daha fazla kızmasın diye boş boş yürüyerek elbiseyi kurutmaya çalışıyordum. Issız yolda önüme bakmadan yürürken bir şeye çarpınca irkildim. Önümde 30' lu yaşlarında bir adam vardı. Adam demek yanlış olur; önümde İngiletere kralı Peter Moon duruyordu. Beni omuzlarımdan tutup İngilizce bir şekilde "Kızım." dediğinde kaşlarımı çattım.Ne kızı aq
Daha sonradan aklıma kızının kılığına girdiğim gelince geçen seneye kadar İngiltere' de yaşadığıma şükrettim. Bu adamı Türkçe konuşuyormuş gibi anlayacaktım! Ne yapcağımı bilemedem öylece duruken tekrardan "Kızım. Canım benim. İyi misin?" diye sordu. Aklıma müthiş bir plan gelmişti. 17 yaşındaydım ve bok gibi bir hayatım vardı. Ne annem ne babam vardı ve yurt çok sıkıcıydı. Hayatımı gözden geçirince yaptığım çılgınlıklar dışında gerçekten bok gibi olduğunu farkettim. Planı uygulamamam için hiçbir neden yoktu ve kaybedeceğim de bir şey yoktu. "Babam" diyerek Peter' a sarıldım. Daha sonra daha önce kimseyee böyle seslenip sarılamadığım aklıma gelince ağlamaya başladım. "Hırpalanmışsın. Birilerinden mi kaçıyordun?" Aksanının anlaşılabilir olduğuna dua ettim ve Türkçe konuşmamaya özen göstererek "Beni kaçırdılar o yüzden." dediğimde bir şey demeden koluma girdi ve yürümeye başladık. Yaklaşık 100 metre ötedeki arabasını gördüğümde düzgün davranabilmek için kendimi zor tuttum. Arka koltuğa otururken rahatlığın ve güvenin tadını çıkartıyordum. Koskoca zırhlı araç sonuçta. Şoför arabayı çalıştırırken, arka koltukta iyice mayımştı. Uyku gözlerime iyice bastırırken gözlerimi kapattım.
***
Göz kapaklarım birbirine yapışmış gibiydi. Kendimi zorlayarak gözlrrimi araladığımda uçakta olduğumu fark ettim. Kafamı kaldırdığımda üzerimde ki yorgan kaydı. Gözlerimi kırpıştırıp etrafıma bakındım. Peter ve benden başka kimse yoktu. Yorganı ellerimle tutarak iyice doğrulduğumda Peter bana dönerek "Uyandığına çok sevindim." diye bir şeyler geveledi. "Babacığım bir ayna verebilirler mi?" diye sorduğuvmda hemen hostesi çağırdı. Yalakalanmak herzaman iyidir. Ayna gelince yavaşça elime aldım ve tipime baktım. Yaptığım topuz enseme inmişti ve makyajım dağılmıştı. Yüzümdeki tırnak izleri sızlarken burnumu çekerek aynayı tekrar uzattım.Sanırım hasta olacağım.
Ben başımı koltuğa tekrar yaslarken Peter "Birazdan gelmiş olacağız herkes sarayın önünde bekliyor seni." dedi. Gülümseyerek ona baktığımda içim burkuldu. Yazık adama beni gerçek kızı zannediyor. Acaba şimdi gerçek kızı ne halde?
Amaan koy göte gitsin hesabı omzumu silkip elbisemin süsleriyle oynamaya başladım. İçimde bir korku vardı. Umarım gerçek kızları olmadığımı anlamazlar.
***
Araba durduğunda şoförün kapımı açmasını beklemeden hızla arabadan indim. Eğer gerçek kızları olduğumu düşünmelerini istiyorsam gerçekçi oynamam lazımdı. Sarayı gördüğümde "Oha aq eve bak. Şu yakışıklılığa." demek istesemde bahçede masanın etrafında ayakta dikilen yeni ailem ve arkadaşlarıma baktım. Koşturarak magazin haberlerinde çok gördüğüm, benle aynı yaştaymış gibi gözüken kadına yani yeni anneme sarıldım. "Prensesim." Diye bana sarılırken beynimden kendimi üzüp ağlatacak şeyler düşünüyordum. 'Bir daha Galatasaray maçları izleyemeyeceksin, Türkçe konuşamayacaksın, hep bir korkuyla yaşayacaksın, soğan doğradığını düşün Büşra soğan' Düşüncelerim sonunda beni ağlatırken yeni anam Emma' nın da ağladığını hissettim. Daha sonra yan komşumuz olan kişilere sarıldım. Ve onların çocuklarına Jo' yla Louis' e. Benle aynı yaştalarmış. Birde diğer arkadaş çocukları vardı. Luke, Jack ve Lissa. 5 çok yakın arkadaşım vardı. Ayrıca Jo' yla Lissa kızdı. Oğlanlar ise dünyalar tatlısı...***
Sonunda bahçedeki masaya oturduğumuzda sahte annemlerin Louislerle daha yakın olduğunu fark etmiştim. Oysa ben Jo' dansa Lissa' yı daha çok sevmiştim. Lissa ve ailesi bir süre sonra gidince sadece 7 kişi kalmıştık. Önümdeki tabağıma baktım. Hiç dokunmamıştm çünkü Jo' nun annesi "Domuz eti değil mi?" diye sorunca annem başını sallamıştı. Bir daha et yemeği de yiyemeyeceğim. Açlıktan karnım guruldarken teşekkür ederek masadan kalktım ve içeriye geçtim. Kapının önünden içeriye göz atarken odamın nerede olabileceğini düşünüyordum. Sonunda aklıma gelen mütüşhane fikirle mutfakta iş yapan hizmetçilerden birinin yanına ilerledim. "Beni odama çıkartabilir misin? Çok yorgunumda." dediğimde 40' lı yaşlarında ki kadın yaptığı işi bırakıp koluma girdi.Basamakları ağır ağır çıkarken 3. kata geldiğimizde durduk. Kadın beni en sondaki odaya doğru götürürken odanın pespembe olmaması için dua ediyordum. Etrafıma kısa bir göz atmıştım da... Bura mükemmel. Duvarlarda ki tablolardan tutun da perdelere, ayakkabıyla bastığımız müthiş yumuşak halılara kadar her şey çok şıktı. Ev sanki her an bir misafir gelebilir gibi topluydu. Sonunda odama geldiğimizde kadın içeri girmeden kapının önünden döndü. Kapıyı açıp içeri girdim. Gözlerim kocaman olmuş biçimde odaya bakıyordum. Belki pembeydi ama mükemmeldi. Gözüme zarif bir şkilde duran taç takılırken kapıyı kapattım. Tacı alıp kafama takarken aynadan kendime bakıyordum. Ben bir prensesim. Hemde geeçek bir prenses. Biraz da yalancı bir prenses...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Yalancı Prenses
HumorYüzüme makyaj yaparak prensese benzeyebilirdim ama kişiliğime makyaj yapamazdım...