3 Gün Sonra
Caelan için sabahları uyanmak zorlaşmış yataktan çıkmak tam bir eziyet haline gelmişti. Sonunda sıcacıktı içi. Meğer Moirein varlığına ne denli muhtaç bir adamdı. Onu çözdükçe daha iyi tanıyordu genç adam. Sohbetleri muzipliğe vursa da, duygusallığa girmeyi çok beceremesede o bakışlarındaki duruluk yüzüne oturduğu her vakit huzur bulduruyordu ona. Gözünün içine bakıyordu kadın. Ağzından çıkan her cümleyi ne zaman bir istekte bulunacağını düşünerek dinlediği su götürmezdi. Caelanın fazlaca konuşmaması ve gereksiz isteklerini dillendirmemesi gerekirdi çünkü karısının zaman ile bir problemi yoktu. Genç adam onunla nasıl ilgilenebileceğini çözememişti hala. İzin vermiyordu Moire. Bunca zaman hep başının çaresine baktığındandı belli ki talepler rahatsızlıklardan bahsetmiyordu. Babasının kızı.... Kendi kendine iç geçirirken onun çoğu huyunun kaptana benzediğini farketmişti. Caelan kaptanı kendisinden bir şeyler istemeye çok zor alıştırmıştı. Kadınının ondan tek bir dileği vardı o da ellerinin öpülmesi. Genç adam kaşlarını kaldırıp iç geçirirken Moirei derhal şımartması gerektiğinin bilincindeydi. Çünkü konuşmalarından anladığı kadarıyla çok yorgundu kadın. Tek derdinin akşam ne pişeceğini düşünmek olmasını arzu ediyormuş gibi bir hali vardı. Genç adam koridorda yürürken eve gitme arzusunun nasılda baskın çıktığını düşünmekteydi. Uşak kendisini odaya takdim edip içeri girdiğinde ise gözüne ilk takılan büyük yuvarlak masa ortasındaki taze çiçekler olmuştu ki Caelan gözlerini kısarak kendince kafa salladı. Karısına güzel çiçekler götürüp evin her bir köşesini çiçeklendirecekti.
"Lord McNeil..." Antony Markle selam vermeyen ve dalgın görünen adama seslenip ellerini ardında birleştirdi.
"A, evet..." Caelan adamlara bakıp öne doğru yaylanarak onları selamladı ve elinde tuttuğu Leydi Fergusonun eski görünebilmesi adına deri bir kumaşa çizdiği haritayı ve yaptırmış olduğu sonra da sağda solda bolca çizdirip aşındırdığı altın güneş saatini uşağa uzattı. "Hoşbuldum" dedi adamlara tek tek bakarak ve Dublin kontuna kendi dillerinde yeniden selam verdi. Genç adam McNeilin karadaki toprakları üzerinde bulunan ve burada önemli işler yürüten lordu Stone'un kalesine gelmişti. Bir diğeri Lord Balforuddu ki çibanın başı oydu ingiltere ile ne denli içli dışlı olduğunu ihtiyarlar söylemişti. Babasının da pek yakını idi lakin nasıl bir yakınlıktı aralarındaki Caelan bilmiyordu. Cenazede görememişti adamı. O esnada muhtemelen herkes gibi Klanın başına geçme derdindeydi. Onu Lord Stone ile aynı masada oturtan ise hazineden başka birşey değildi. Bıraksa birbirlerini parçalayacaklardı. Keşke yapsalardı kurtulurdu Caelan. Uşağa dikkati üzerinden çekmek adına verdiklerini lordlara göstermesi için el etmesi ardından masaya oturup adamların ilgiyle haritaya bakışını izlerken bu kez muzipçe sırıttı.
"Babamın kıçını sevsinler bol bol" demişti Ian Sinclair. Lord Fergusonun eski bir pantolonunu kesilmesi için getirirken. Ian Sinclair gibi bir adamın kayınpederinin özel eşyalarını gittiği yerlere taşıyacak kadar ona değer verdiğini düşünmek oldukça garipti. Bunu Lord Ferguson dahi yapmazken üstelik... Adamın tuhaf duygusallıkları olmalıydı.
"Bu nedir?"
"O adanın iç haritası zaten pe büyük bir ada değil. O ortada duran ufak bir şelale altında da minik bir göl var. " Caelan iç geçirerek kafa salladı. "Hazine kayalıkların altında."
"Bu da meşhur zaman çizelgesi olmalı..." Antony tepsi boyundaki altın ince levhayı incelemeye koyuldu.
"Evet o bir güneş saati. Adaya gireceklerin kafalarına iyice yazması gerekiyor ki oradan çıkmanın tek yolu üzerinde işaretli."
"Bunları nereden buldunuz Lord McNeil?"
"Gelinim ile annesini ziyarete gittiğimiz vakit McLeodun çalışma odasını biraz kurcaladım diyelim..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KÖRDÜĞÜM
Historical Fiction.Moire Mcleod, o gün en güzel günaydın ile gözlerini açtı ki gün onun için babasının gülen gözlerini görerek başlardı, en güzel yemekten yedi ki onu lezzetli yapan babasının elleriydi, en güzel şarkıları dinledi ki herkesin karga diye tabir ettiği o...