~Minho'nun bakış açısıyla~
"I know it's gonna be lonely. 'Cause everyone keeps turning me down. Countless new surroundings. Cold eyes keep looking me down..."
Hemen sağımdaki krem ve kahverengi tonlarındaki komidine uzanıp çalan telefonun alarmını kapattım.
Gene hiç istemeyerek yeni bir güne uyanıyorum. Çift kişilik koca yatakta hiçbir zaman tek başıma yatmayı sevmedim. Yazın kargaşası bitip nihayet kış geldiğinde beyaz çarşaflar hep buz gibi oluyorlar, bir başıma ısınamıyorum ama bugün sanki her zamankinden daha farklı. Avuçlarımın içine yayılan bir sıcaklık var.
Elimin altındaki tüm gün boyunca güneşin altında kalmaktan hafif yanmış bedenden ayrılmak istemiyorum. Alarm sesimden uyanmış olmalı. Artık kıpırdasam iyi olacak, daha fazla burada kalmamalıyım. Dün gece bu odaya hiç girmemeliydim. O bir müşteriydi ben ise sırf babam istediği için bu oteli işleten bir çalışandım.
Yavaşça klimayı açmadan yattığımız için terlemiş bedeninden ayrıldım. Uyurken o kadar güzeldi ki...
Zaten insanlar asıl uyurken güzel değiller miydi? Uyurken hangi insan yalan söyleyebilir? Hangisi aldatabilir? İnsan aynı zamanda en çok uykusundayken savunmasızdır. Senden bağımsız olan dünya işlemeye devam eder ama senin sen haricindekilerle gözlerin kapalıyken artık hiçbir ilişiğin kalmamıştır. Hiçliğe karışırsın. Var olduğun sürece boğuştun sana ait tüm problemler artık uykudayken sana ait olmamaya başlar. Belki de bu yüzden uyumayı ona çok yakıştırıyorumdur. Uykudayken kaygılı görünmediği ve belki de huzur milyarlarcası içinde en çok onu anımsattığı için.
Yatak başlığına takılmış koyu bataklık yeşili rengindeki artık rengi solmuş tişörtüme uzanıp üstüme geçirdim. Alarm sesimden sonra hala uyanmamış olması uykusunun ne kadar da derin olduğunu göstermişti bana. Rahat rahat hazırlanıp çıkabilirdim daireden.
Yatağın hemen karşısındaki beyaz Mdf dolabın kapaklarını açtığımda en alt bölmesinden büyük boy beyaz otelin yumuşak havlularından birini çekip aldım. Arkamı dönmemle Jisung'un yatağın başlığına dayanarak oturduğunu fark etmem bir oldu. Demek bana hiç hissettirmeden uyanmıştı.
"Neden beni uyandırmadın?" Elimde tuttuğum havluyu omzuma attım.
"Rahatsız etmek istemedim."
"Rahatsız olmazdım." Oturduğu yerden kalkıp bana doğru ilerlemeye başladı. Tam önümde durduğunda artık aramızda 1 karıştan daha az bir boşluk kalmıştı.
"Kendini nasıl hissediyorsun? Dün geceyi hatırlıyor musun?"
Böyle derken neyi kasttediğini anlayamamıştım. Sadece sarılıp uyumuştuk. Yoksa daha ileriye mi gitmiştik. Hayır, imkanı yok yapsaydık hatırlardım. Bana ne söylemek istediğini anlamıyordum.
"Hatırlıyorum."
"Güzel. Bugün çalışıyor musun?"
Ne diye soruyordu? Sadece içimdeki boşluğu doldurmak için sarılacak bir bedene ihtiyaç duymuştum. Belki de onu gözümde büyütmüştüm. Hala bu odada olmam bile hataydı. Belki de tıpkı neredeyse her tanıştığım erkekle olduğu gibi onu da gözümde yüceltmiştim. Evet o çok çekiciydi ama benim gibi hislerinden henüz emin olmaktan çok uzak olan biri tarafından kırılmayı haketmeyecek birine benziyordu.
"Minho, beni duymuyor musun?"
Ona yalan söylemek istemiyordum. Kimseye yalan söylemek istemiyordum. Söyleyemeyeceğimden değil. Evet bugün boşum. Seung ve Jeongin yerime bakabilirler. Yaşadığım 24 yıl boyunca yeri geldiğinde mecburen bazen de -doğruyu söylesem de affedileceğimi bilsem dahi - defalarca yalan söyledim.
Artık benim için alışkanlık hale gelen yalanı söylerken kendimi bir oyuncu gibi hissediyorum ama bu saçma sapan oyunu sürdürmek istemiyorum. Söylediğim yalanlara verilen tepkileri şimdilerde merak dahi etmiyorum. Çünkü artık insanların uydurmalarının sınırlarını biliyorum. Jisung'a dürüst olacağım. İçimden bir ses ona yalan söylememem gerektiğini söylüyor. Bugün iyi bir insan olmak istiyorum tam olarak olamayacağımı bilsem bile.
"Evet, boşum."
"Burda çok güzel bir restoran varmış. Sahilde yürüyüş yaparken gördüm. Ne dersin bu akşam benimle gelir misin?"
Kabul etmeyi şu anda hayattaki her şeyden daha çok istiyordum ama bu kararımın yanlışlığının farkındaydım. Aklımdan ya onu gerçekten sevmiyorsam diye düşündüm. Duygularıyla oynamak istemiyordum.
"Neden sarışın arkadaşınla gitmiyorsun?"
"Çünkü oraya seninle gitmek istiyorum."
Karar verememek çok yıpratıcıydı. Neden böyleydim ki ben? Neden diğer insanlar gibi herhangi bir konuda kolayca karar veremiyorum?
Jisung beklentiyle gözlerime bakmaya devam ediyordu. Artık onu daha fazla bekletmek istemedim.
"Olur. Akşam görüşürüz."
Kabul ettim. Onunla hiç konuşmadan onu sevip sevmediğimi nasıl anlayabilirdim ki?
"Ah, tamam o zaman saati sana haber veririm."
Hala kararımın doğruluğunu sorguluyordum. Keşke bu kadar basit meseleler hakkında bu denli düşünmek zorunda kalmasaydım.
"Anlaştık. O halde duş alıp çıksam iyi olur."
"Tamam ilk sen gir o zaman."
Omzuma attığım havluyla beraber banyoya doğru ilerlemeye başladım. Kabinin kapısını aralayıp duş başlığının altına girdiğimde hararetimin ve belki de gereksiz telaşımın üzerimden akan su ile beraber yavaşça uzaklaştığını fark ettim.
Artık sadece normal bir insan olmak istiyordum. Telaşsız ve güvende.
Bu bölüm biraz kısa oldu okuldan vakit bulamıyorum ama gene de atmak istedim. Umarım beğenirsiniz. Başka karakterlerin de bakış açısından yazmayı istiyorum. İleriki bölümlerde belki böyle ilerlerim ancak uzun uzun yan çiftler hakkında yazmak da istemiyorum çünkü ana çiftten uzaklaşmak da istemiyorum. Neyse kendinize çok iyi bakın 🧡🧡🧡🧡🧡🧡🧡
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Summer with HAN | [Minsung] / 14Numara
Fanfiction"Keşke gitmeseydin. Sensiz biraz eksik kalıyorum Jisung. Nerdesin?" Angst ⚠️