"Benim ruhum on iki yaşındaki bir çocuğun aksine çok yaralıydı ve bu çocuğun yaraları hâlâ kanıyordu..."
~~~
Yavaşça gözlerimi araladım. Herkes hâlâ uyuyordu. Elimde ayıcığım vardı onu bırakmamıştım, ellerimdeydi. Gözlerimi ovuşturdum, etrafıma bakındım sonra da 06 Şubat' ın öncesini düşündüm. O zamanlar beş kişi aynı odada uyumuyorduk. Her birimizin bir odası vardı. Şimdi ise küçük bir odada dört yatakla beş kişi uyuyorduk. Odamı özlemiştim...kitaplarımı, kıyafetlerimi, okulumu, her şeyi... Neredeydiler? Artık hiçbiri yoktu. Her şeyimi kaybetmiştim, ailem hariç...
Ablamın hareketlendiğini hissettim, bakışlarımı ona çevirdim. Bana bakıyordu, yeni uyanmıştı. Yanına gittim, "Günaydın abla." dedim, gülümseyerek "Günaydın Nisa" dedi gülümsedim. Gülümsüyorduk ama gözlerimizde acının izleri vardı, çok derindiler. Birbirimizin gözlerine baktık, ablamın gözlerinde eskiden olan neşeyi değil acıyı hissettim. Çaresizliğimizi hissettim. Yaşamadığımızı hissettim. Ablamın gözüne daha derin baktım, gözündeki umut ışıklarını aradım. İkimizinde umut ışıklarının tek tek söndüğünü hissettim. İkimizde aynı şeyi istiyorduk; hıçkıra hıçkıra ağlayıp, bir uçurumun kenarında bağırmayı, ölüm çığlıkları atmayı istiyorduk, bunu en içten bir şekilde hissedebiliyordum...
Gözlerim dolmaya başladı, hayır bu sefer ağlamayacaktım, kendimi tutacaktım. Gözlerimi ovuşturdum, ellerime birkaç damla yaş geldiğinde elim hüzün damlalarıyla ıslanmıştı. Ablamın karşısında daha fazla duramayacağımı anladım, adım sesleriyle aramızdaki sessiz ortamı bozup lavaboya gittim. Aynaya baktım, balköpüğü rengindeki gözlerim kızarmıştı. Gözlerimdeki damarlar biraz daha belirginleşmişti. Suyu en soğuğa getirerek açtım, yüzümü defalarca yıkadıktan sonra tekrardan aynaya baktım. Dağılan kaşımı düzelttim, yüzümü peçeteye sildim. Gözlerimdeki kızarıklığı azaltmaya çalıştım.
Bu sahnelerle karşılaşmam nadir görülürdü. Nadiren üzülürdüm, nadiren canım kül olacak kadar yanardı. Ama en çok 06 Şubat' ta yandım ben. Hava dondurcu bir şekilde soğuktu ama ben yanıyordum. Sert rüzgar küllerimi soğuk yağmur suyu birikintilerine bırakıyordu.
Sıcak. Soğuk. Ardından sıcak ve soğuk... aynı anda hissediyordum, sıcağı ve soğuğu... soğuk yanmamı engellemiyordu ya da sıcak üşümemi engellemiyordu...
Çığlık. Ölüm çığlıkları... içimde hâlâ yankılanıyorlar, her ses iki kulağımda, hepsi birer ölüm çığlığı...
Sessizlik. Kan dondurucu sessizlik... ölüm çığlıklarının arasından yalnızlık şarkısı gibi. Ama hiç duyulmayan...
Daha karanlık, daha çok karanlık, belkide kör edecek kadar karanlık... hissediyorum, içimi saran karanlığı. Aydınlık yok gökyüzünde. Hayır, o gece hiçbir zaman sabah olmadı. Ve ben o gece karanlıkta görmeyi öğrendim...
Gündüz. Gece. Gündüz ve gece. Ben her gecenin bir sabahı olmadığını tekrardan hatırladım, fakat her gündüz geceye dönüşüyordu. Her aydınlık bir gün yok oluyordu, yerini ise karanlık alıyordu...
Aydınlık. Güneş' in Ay' a verdiği aydınlık. O bile olmayabiliyor, Ay bile bazen karanlık olabiliyor. Onun bile ışığı olmayabiliyor. Ve Güneş sönmeyi bekliyor...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ASRIN FELAKETİ
Diversos"Ölmeyeceksin," diye fısıldadı annesi ama sesinde umut yoktu, sadece umudunu yitirmiş, çaresiz bir kadının sesiydi bu. "Hepimiz yaşayacağız, buradan gideceğiz ama şimdi arabaya geçmemiz gerek, çok ıslandık." Yüzünü annesine çevirdi, yaşla dolup ta...