İtiraf

6.3K 304 10
                                    

Nefes alıp vermeyi unutmuştum.

İkisi de şu anda birbirlerinin gözlerinin içine bakarak yerde hareketsiz yatıyordu. Birisi silahı almak, diğeri de kaptırmamak için uğraşırken silah ateşlenmişti ve henüz merminin kime isabet ettiği belli olmamıştı.

Altta olan Fahri'ydi, umarım vurulan da o şerefsiz olmuştu. Sonuçta Kürşat bir ajan olmak üzere yetiştirilmişti, kendisini korumasını bilirdi değil mi?

Ben böyle düşünürken Kürşat o güzel ela gözlerini kapadı ve Fahri'nin üzerine cansız bir şekilde yığıldı.

O anda dünya dönmeyi bıraktı ve ben yere düştüm. Gözlerimden sel gibi boşalan yaşlar yüzünden gözümün önünü göremiyordum. Kürşat beni Fahri’nin elinden kurtarmak isterken vurulmuştu ve şimdi benim yüzümden ölecekti. O an aklıma benden hoşlandığını itiraf ettiği gün geldi. Ona karşı hiçbir şey hissetmediğimi söyleyerek onu ne kadar çok üzmüştüm ve bu durumu umursamamıştım bile. Ama şu anda kalbim ağrıyordu ve onu bir daha göremeyecek olmamın düşüncesi bile bana acı veriyordu. Kürşat benim onun kanına yavaş yavaş sızdığımı söylemişti. Onun vurulmuş olması karşısında bu kadar üzüldüğüme göre, kendime itiraf etmek ne kadar zor gelse de, o da benim kanıma sızmıştı. Bunun şu an farkına varmam ne kadar aptalcaydı, ben burada ağlarken o ölmüş olabilirdi. Tamam ailemi bulmuştum ve onları çok seviyordum ama Kürşat'ta hayatımın tuzu, biberi olmuştu. Onsuz hayat çok anlamsız olacaktı ve bunun da tek sebebi bendim. Gözyaşlarım ardı ardına dökülüyor herkesin önünde ağlamamak için kendimi dizginleyemiyordum bile. Eskiden bu durum bana güçsüzlük, zayıflık gibi gelirdi, şimdi ise gücümü bundan alıyordum. Çevremde koşturan polislerin ne yaptığı bile umurumda değildi. Ben bir daha Kürşat’ı görmeden, benim de ondan hoşlandığımı söyleyemeden nasıl yaşayacağımı düşünüyordum.

Belli belirsiz babamın sesini duydum. “Kürşat yaşıyor, hemen sedyeyi buraya getirin.”

Ağlamam bıçak gibi kesildi. Aman Tanrım, Kürşat yaşıyordu. Elimin tersiyle hemen gözyaşlarımı sildim ve onu görmek için yattığı yere doğru koştum. Sedye gelmişti ve sağlık görevlileri ona ilk yardım yapıyordu. Fahri ise Kürşat’ın yanından resmi üniformalı iki polis tarafından gözaltına alınarak uzaklaştırılıyordu.

“Durumu nasıl, hayati tehlikesi var mı?” diye Kürşat’ın ağzına rahatça nefes alıp vermesi için maske takmaya çalışan görevlilere sordum.

Sağlık görevlisi “Kurşun bir santim daha sola isabet etmiş olsa şu an ölmüş olurdu. Kendisi bu konuda çok şanslı ama hemen hastaneye yetiştirmemiz gerekiyor. Kurşun içerde olduğu için çok kan kaybediyor,” dedi.

Hızla sedyeyle onu ambulansa doğru götürmeye başladılar, ben de sedyenin bir ucundan tuttum ve onlarla birlikte koşmaya başladım. Babam arkamdan “Kızım sen nereye gidiyorsun? Bırak sağlık görevlileri işini yapsın,” diye bağırdı.

Bu arada sedye ambulansın arka kapısına yaklaştırılmıştı. Hep beraber onu ambulansın içine alıyorlardı. ”Baba ben de Kürşat’la beraber gideceğim, onu yalnız bırakmak istemiyorum,” dedim.

Şu an Kürşat’ın yaşamasından başka hiç bir şey umurumda değildi ve gözüm ondan başka kimseyi görmüyordu. Sağlık görevlileriyle birlikte ben de ambulansın arka kapısından içeri girdim. Benim ambulansla birlikte gidişimi şaşkın bir şekilde izleyen babam, abim ve ekip arkadaşlarım kapının kapanmasıyla birlikte gözümün önünden silindiler. Artık tek umurumda olan Kürşat’ın sağlığına kavuşmasıydı.

Ambulans acı acı sirenini çalarak en yakın hastaneye gitmek için harekete geçti.

Kürşat’a isabet eden kurşunun deliğinden sızan kan gömleğini kana bulamıştı. Kalbi hala atmaya devam ediyordu, bu durum şu an benim için yeterliydi. Sağlık görevlilerinden biri ona damar yolu açmaya çalışıyor, diğeri de serumun içine katılacak ilaçları hazırlıyordu. Gözleri kapalıydı ve onun o güzel ela gözlerini hala göremiyordum.

ÇAKIR (Tamamlandı)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin