Jihoon elleri şerit kelepçeyle ne kadar o kafes içinde kaldı bilmiyordu. Kampın tam ortasında, herkesin gözü önünde olan o kafesin çubuklarına yaslanmış düşünmeye çalışıyordu. Daha doğrusu idrak etmeye çalışıyordu. Soonyoung'a gerçekten bir şey olduğunu düşünemeyecek kadar uyuşmuş hissediyordu kendini.
Bu öyle ani ve karmaşık bir şeydi ki sanki Soonyoung her zaman hayatında olacakmış gibi hissederken bir anda yokluğunun yüzüne çarpması inanılır gibi değildi. Jihoon da tam olarak inanmak istemiyordu. Hepsinin basit bir kabus olmasını diliyordu.
Bu kabustan uyanmak, Soonyoung'un evin içinde onun çok uykucu olduğunu söyleyen sözlerini duymak istiyordu. O anı düşününce derin bir soluk çekti içine. Tüm ciğerlerine doldurduğu nefes büyük bit soğukluk verdi.
Havanın soğukluğu değil Soonyoung'suzluğun soğuyuydu.
Aldığı her nefeste daha da üşüyormuş gibi hissetti kendini. Nefesinin her bir zerresine bir Soonyoung'suz an daha ekleniyordu. Bu da günlerdir yaşadığı ve hissettiği güven hissinin büyük bir hızla kaybolmasına sebep oluyordu.
O an için sadece nefesini tutmak istedi. Sanki nefesini tutarsa o soğukluğu hissetmeyecek, Soonyoung giderek kaybolmacak gibi hissetti kendini. Tuttuğu nefesinin bir süre sonra kendini bırakmak zorunda kaldı.
Nefessizlikten acıyan ciğerleri ve diyaframının ardı arkasına kesilmesi, kalbinin yavaşladığını hissetmesi ve beyninde çalan tehlike çanları Jihoon'un boğulmasına izin vermedi. Halbuki nefes almamak konusunda o kadar kararlıydı.
Kendini bırakıp nefes nefese soluklandığı o anda avcı kampından içeri giren iki silüet gözüne ilişti. Jihoon onları gördüğü gibi çöktüğü yerden kalkıp kafesin çubuklarına dayandı. Soonyoung'un üzerine benzin döken yüzlerdi onlar.
Her ikisi de gayet normal bir şekilde kamp içine girmiş merkez binadan çıkan Cheol'e selam vermişlerdi. Jihoon ağzılarından çıkacak tek bir kelimeye dört gözle baktı.
"Ne yaptınız?"
Seungcheol'ün büyük bir sakinlik ve normallikle sorduğu soruya kanı dondu.
"Tamamen yandı efendim."
Jihoon duyduklarına inanamadı. O ana kadar bir ihtimal yaşadığına inanmak istediği Soonyoung'un ölüm haberini kendi dudaklarıyla duymuştu.
"Hayır..."
Şeritli elleriyle çubukları sıkıca tutup sarstı. Yerinden milim oynamamıştı.
"Hayır! Hayır!"
Jihoon inanmak istemiyordu onlara. Gözleriyle görmeden inanmayacaktı da. Bağırışlarını fark eden Seungcheol endişeli gözlerle hızlıca geldi.
"Jihoon iyi misin?"
Ona büyük bir nefretle baktığında gözleri ağlamaya hazır kıpkırmızıydı. Zor tutuyordu Jihoon kendiniz. Bağırmayı kesti ve sakince konuştu.
"Beni hemen buradan çıkar."
Tüm sakinliğini çıkmak için kullanacaktı zira Soonyoung yanıp kül olurken o kafeste kaldığını düşünmek kanını donduruyordu.
"Jihoon bu-"
Adını ağzından duymaya dayanamadı.
"Çıkar beni buradan! Soonyoung'u göreceğim!"
Onun adını duymasıyla tavrı hemen değişti.
"Hayır."
Kararının net ve kesin olması iyice zıvanadan çıkmasına neden oldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Your Heart Got Teeth | Soonhoon
FanficDünyanın ırkçılığı sona ermesini sağlayan şey barış değildi. Savaş değildi. İnsanları bir bütün eden ve onları birbirleriyle birleştiren şey insanlıktan çok daha farklı bir şeydi. İnsanlar onlara vampir demeyi tercih ettiler. Onları tehlikeli görd...