26. Bölüm

4.1K 238 42
                                    

Burak

Aras'ın mekanından çıkıp arabama doğru yürüdüm. Aras'ın yaptığı teklifi kabul ettikten sonra, çiftlikteki kamera görüntülerini Aras'a emanet etmiştim.

'Gerisi bende! Sadece benden haber bekle' deyip adamlarına ivedilikle haber vermişti. Biraz eski günlerden hasret giderdikten sonra kalktım. Çünkü kendimi konuşacak kadar iyi hissetmiyordum

Şimdi de hiç beklemeden iş yerine gitmem gerekliydi. Diğer ortaklarımızla yaptığımız anlaşmayı imzalamak mecburiyetindeydim.

🍂

Dosyalara birer imzaladıktan sonra şirketten çıktım ve kimsenin beni rahatsız etmemesini söylemiştim. Saat ikindi vaktine yaklaşınca çiftliğe geldim. Yusuf'un atını çıkarıp, yemini verdim.

Murat'ın dediğine göre Yusuf her hafta çiftliğe uğrarmış. İşin enteresan tarafı ise atına Burak ismini vermişti. Küçüklükten beri bana olan hayranlığından atına bu ismi vermişti.

Dudağımda beliren somut gülümseme ile elimi Yusuf'un atının kafasına götürdüm. Biraz okşadıktan sonra başını uzatıp sağ gözüne öpücük kondurdum. Yüreğimi benden almış gibilerdi. Hareket kabiliyetim o kadar daralmıştı ki bir adım fazladan atamıyor kimsenin bana yaklaşmasını istemiyordum.

Yusuf'un atına yemini verdikten sonra eğitmek için dışarı çıkardım ve sırtına atladım. Gerçekten çok heybetli olmuştu.

Benim atım ise geçen sene öldüğünde apar topar İngiltere'den gelmiştim. Yusuf'u o ara çiftlikte görünce beni farketmesin diye ona görünmeden uzaktan seyre dalmıştım. Çiftlikten ayrılınca da Sevda'ya, Ankara'ya geldiğimi ve kimseye dillendirmemesini kesin bir dille söylemiştim. Bu arada atım ölmeden önce de çalışanlara, onu dişi bir at ile çiftleştirilmesini emretmiştim.

Şimdi ise eski atımın yavrusunu büyütüyordum. O da tıpkı babası gibi heybetli olacaktı. Yaklaşık bir saat sonra atları ahıra koydum. Üstümü değiştirmek için giyinme odasına gittim

Gömleğimi indirince yarı çıplak bir şekilde kendime özel olarak koyduğum yatağa kalçamı yaslayıp ellerimle yüzümü sıvazladım. Acı bekleyişler ne zormuş! Hele ki içinde vicdan azabının kırıntısı var ise...

Ayağa kalkıp kendimle getirdiğim üstümü giyeceğim an aralık bıraktığım kapı biraz daha açıldı. Giyinmeden önce başımı kolumun üzerinden kapıya çevirdim. Ahu belirdi. Üzerinde kırmızı kısa bir elbise, ayağında ise tek bantlı krem rengi topuklu ayakkabıyla bana doğru kışkırtıcı adımlarla yürüyordu. Elini saçlarına götürüp sarı saçlarını da savurunca sert bir ifadeyle yüzüne baktım.

Alt dudağını, dişlerinin arasına almış hafifçe çekiştiriyordu. Yanıma geldiğinde elini göğsüme koydu. Oradan da boynuma çıkardı ellerini. Parmak uçlarından destek alıp dudaklarıma uzandı ve öpmeye kalktışacağı esnada hafifçe kendimden biraz uzaklaştırdım.

"Ne işin var burada? Hiç kimse beni rahatsız etmesin demedim mi?"

Soruma cevap vermek yerine başını boynuma götürüp öpecekti ki öfkeyle kolunu tuttuğum gibi götürüp sırtını arkasında kalan duvara yapıştırdım. Korkunç bir sinirle kısılan gözlerimi ona yaklaştırarak "Sana! benim acım var! Bir süre benden herhangi birşey bekleme demedim mi lan sana?"

Ahu karşımda yutkunup gözleri dolu bir şekilde, kafasını salladı.

"Özür dilerim sevgilim. Sadece sana iyi gelmek istiyorum. Bir an düşünemedim"

"Düşüneceksin Ahu! Anladın mı?
Dü-şü-ne-cek-sin. Gerekirse bir süre bana yaklaşmayacaksın"

Sinirle bağırmak zorunda kaldım ki bu aralar beni rahat bıraksındı. Yoksa bu vicdan azabıyla onu da kendimle beraber öldürürdüm. Kolundan tutup derhal odadan çıkmasını söyledim.

GözYaşı Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin