1

55 6 74
                                    

"Tavan arasına çıkıyorum sevgilim!" diye bağırdım merdivene yavaş adımlarla tırmanırken. Unutulmuş anılara ait olan o odanın kapısını açacak olmanın heyecanını ve kederini aynı anda hissediyordum.

Uzan zamandır varlığını bile unuttuğum karanlık odaya adım attığımda kalbim ürkek ürkek çarpnaya başlamıştı.

"Ne işin var orada, Harry?" Patrick'in endişeli sesini duydum.

Ne işim vardı burada? Bir an için cevap bulamadım. Ne işim vardı? Ne düşünüyordum buraya gelirken? Kitaplar! Ah doğru ya, eski kitaplarımı alacaktım buradan! İşe yarar olanları kitaplığıma yerleştirecek diğerlerini de elden çıkaracaktım. Evet. Kitaplar.

"Çok karanlık ora," dedi Patrick. "Düşersin." Çok geçmeden bu odayı eve bağlayan küçük delikten el feneri uzattı.

"Teşekkür ederim!" diye bağırdım uzattığı feneri elinden alırken. Şimdi oda az da olsa aydınlanmıştı. Havada uçuşan tozlar da odaya özensizce bırakılmış, terk edilmiş eşya yığınları da kendilerini gösterir olmuşlardı.

Ellerimi havada sallayarak havada süzülen tozlardan kurtulmaya çalıştım. Her bir toz parçacığı eskide kalmış bir anıymış gibi hissediyordum. Tozlardan değil kendi anılarımdan mı kaçıyordum o zaman? Kim bilir... Ah hayır! Kaçmıyordum ki ben!

Kendimi kaçmadığıma inandırmaya çalışırken ayağıma takılan bir kutu yüzünden kendimi yerde buldum. Yerdeki tozlar ellerime, kıyafetlerime bulaşmıştı. Havada uçuçan tozlar saçlarımın arasına karışmıştı. Kendimi kirli hissederken başarısız bir ayağa kalkma girişiminde bulunmuştum. Ancak yerlere saçılmış fotoğrafları gördüğümde yerden kalkmak istediğimi unutmuştum.

Etrafa saçılan fotoğrafları gelişigüzel topaldım kucağımda. Fotoğrafların renkleri solmuştu ya da bana öyle geliyordu. Belki solan benim anılarımdan başka bir şey değildi.

İlk fotoğraf ablamın mezuniyet törenindendi. Fotoğrafı ilk gördüğümde o güne dair hiçbir şey hatırlayamadam da birkaç saniye içinde o günü anımsamaya başlamıştım. Ablamın gözlerindeki gurur, annemin yaşlı gözlerimdeki sevinç, annemin o gün giydiği çicekli elbise, ablamın saçını yapan kuaförle olan küçük çaplı tartışması... Güzel bir gündü. Ama telaş doluydu da. Güzel olan her şey gibi aceleyle yaşanmış, hemencecik geçip gitmiş, unutulmuştu.

Diğer fotoğraf benimdi. Sahilde çekinmiştim bu fotoğrafı. Gün batımında neşeyle gülerken. Fotoğraf çekindiğim için yüzüme yerleştirdiğim sahte gülümsemelerden değildi bu. Gerçekten gülüyordum. Demek bir zamanlar içimden geldiği için gülebiliyordum. Demek bir zamanlar etrafımda beni gülümseten insanlar vardı. Acaba kimleydim o gün? Kim beni böylesine mutlu etmiş sonra da ben gülerken fotoğrafımı çekmişti?

Hatırlayamıyordum. Beni mutlu eden kişiyi unutmuştum. Belki de bu yüzden unutmuştum gülümseyi. Ah saçmalıyorum! Gülümsemeyi unutmadım ki ben! Hâlâ gülüyorum. Hatta öyle güzel gülüyorum ki aslında ne kadar hüzünlü olduğumu anlayamıyor kimse.

Aslında mutsuz olduğum söylenemezdi. Sadece hayattan hiçbir beklentim kalmamıştı, hiçbir şey beni heyecanlandıramıyordu artık. Bir robot gibi yaşıyordum. Yapmamı istedikleri her şeyi kusursuz bir şekilde yapıyor ama bunları yaparken hiçbir şey hissedemiyordum.

Kendimi öldürecek kadar umutsuz durumda değildim ama hayatta kalmak için hiçbir çabam da yoktu. Evden çıkarken ocağı kontrol etmiyordum mesela. Araba sürerken kemer takmıyor, yolda karşıdan karşıya önce etrafıma bakmıyordum. Bazen yemek de yemiyordum. Hep değil. Sadece bazen.

Bazen. Ne kadar da hüzünlü bir kelimeydi! Her zaman kadar tutkulu değildi. Vazgeçilmez şeylerden bahsederken kullanılmıyordu. Kimse derinden bağlı olduğu tutkularını anlatırken aklına getirmiyordu bu kelimeyi. Asla kadar keskin de olamıyordu. Güçlü bir nefret belirtmiyor, belirtemiyordu.

We Are Not Who We Used To BeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin