Uzun bir yolu andırıyordu ruhum. Döndüğü her sokakta kendinden bir şeyler bırakmış gibiydi. Ardına baktığında kimseyi bulamaz, özlediği hiçbir şeye kavuşamaz olmuştu. Şimdi tek başına bu hazin karanlıkta, bir bebeğin ilk adımlarının vehameti vardı üstünde. Eğer bir dileği kabul olacak olsaydı, hiç doğmamış olmayı dilerdi. Bu topraklarda acıyı çekmemiş, hiç kayıp yaşamamış olmayı.
Hayatım boyunca ölüler diyarını hep merak ettim. Ruhların toplandığı bir yer var mıydı? Acaba annemin bir arkadaşı olmuş muydu? Eğer öyleyse annem orada mutluydu. Onu orada yalnız bırakmış olmak benim için ağır bir yüktü. Gerçekten tanrı ve tanrının vaad ettikleri doğru muydu? Bu kırık inancıma sımsıkı sarılmak istiyordum. Yalnızlık bana çok şey düşündürmüş, çok fazla soru sormama sebep olmuştu. Ben hala tek başıma içimde ki savaşçı ruhla cebelleşiyordum. Bir yanım gerçekten şu kapıyı açıp yola atlamayı düşünüyordu. Ama diğer yanım bunun bana zarardan başka bir şey yapmayacağını söylüyordu.
Sıkıntıyla nefesimi üfledim. Darlandığım kaçıncı andı saymayı bırakmıştım. Yol onun tek taraflı sohbetiyle daha da kötüleşirken, kulaklarımı tıkama isteğim körükleniyordu. Kendisini komik sanıp, eğlendiği her geçen dakika da onun ciddi bir ruh hastası olduğundan emin olmaya başlamıştım. Çünkü ben kendi kendini bu kadar mutlu edebilen bir insanın normal olduğunu düşünmüyordum.
Neyse ki beni yan koltuğuna oturtmaya layık görmediği için arka koltuğa atmıştı. Bu onu daha az görmeme sebep olduğu için mutluydum. O benim aksime yoldan daha çok dikiz aynasından bana bakmakla meşguldü. Sadece bir kaç saniye dengesinin değişmesini ve mümkünse uçurum gibi bir yere yuvarlanmayı istedim. Ama daha önce geçtiğim bu yollarda ormandan başka bir şey yoktu. Özgürlük adına atılacak bir adımın kalmadığının bilincindeydim. Bir türlü kabullenemediğim esaretin içinde eriyip bitmiştim. Kaç kilo verip, kaç yara açmıştım bedenimde. Kendimi tanıyamaz haldeydim. Bana kalan tek şey uzun saçlarımın hala tenime değiyor olmasıydı.
Tekrara bağlayan sıkıntılı nefes alışverişlerin ve en azından benim açımdan sessiz geçen bir yolculuğun ardından araba yavaşlamaya başladı. Yol boyunca konuşmadığı her saniye çalan şarkıyı sonunda kapattı. Eğer kalbimin yerini bilmiyor olsaydım, boğazımda attığına kalıbımı basardım. Şimdi nereye varacağını bilmediğim bir aradaydım.
"Kaldık mı yine başbaşa," dedi evin sokağına saparken. Bu mutlu tavırları beni bayıyordu. Dikkatimi onun haricinde her şeye veriyordum. Olabildiğince anın havasından uzakta tutuyordum kendimi. Farın ışıkları evin dış duvarına yansırken, saniyelik de olsa çalılar arasından birinin geçtiğini gördüm. Kendisini kamufle etmek istercesine eğilmişti. O kadar hızlı davranmıştı ki bu beni şüpheye sokmuştu. Onun adamlarından biri olduğunu düşündüm ama saklanıyor tavrı beni bu ihtimalden uzak tutuyordu. Araba sonunda durduğunda bana döndü. Bakışları yüzümde gezinirken, "Başbaşayız değil mi?" Diye sordum.
İfadem nasıldı bilmiyorum ama bu onun kaşlarını çatmasına sebep olmuştu. "Korkuyor musun?"
Ciddi tavrı onunla iletişim kurmam için bir köprü olmuştu. Yanımda son derece tehlikeli bir adam vardı zaten. Şimdi bir evin bahçesinde ne olduğu belirsiz birileriyle daha uğraşmak istemiyordum.
Yutkundum.
"Şu haline bak yüzün kireç gibi."
Eli kapının kulpuna gittiğinde, "Dur!" Diye bağırdım.
Bu ani tepkim bana tekrardan dönmesine sebep olmuştu. Anlamsız bakışları bende bir anlam aramaya çalışıyordu. Sonunda aydınlanmış gibi bir tavra büründü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SINIRDAKİ YABANCI +18
Ficción GeneralBU HİKAYENİN BİR ÇOK KISMINDA RAHATSIZ EDİCİ İÇERİK BULUNMAKTADIR. "Teninde bir ilkbahar havası ama için kar kış. Gözlerin yorgun, ruhun darmadağın. Korkuyla baktığın bu yollar senin kaderin, bu gözler senin katilin." Bakışlarında bir kasvet, kehane...