Bir şekilde biliyordum. X, bu kattaki hayatımın sonu olacaktı. Ellerinde ölecektim ve beni öldürürken çok acı çektiğimden emin olacaktı. Bir keresinde delicesine unutmaya çalıştığım, hafızamdan silmek için çok çabaladığım arkadaşım, Liz, çok içmişti ve bana X'in en çok benden nefret ettiğini söylemişti. Çünkü ben en iç halkadaydım. Gerçekten bir şeyler değiştirmeye gücüm yeter diye düşünmüştü.
Ben kendi hayatımı bile kontrol edemezken nasıl olur da koskocaman bir diyarın korumasını üstlenebilirdim?
Alin ve beni uzun bir süre yürüttüler. Sonunda vardığımız yer gerçek bir kampa benziyordu. Ortadaki zindana bizi iterlerken etrafa görebildiğim kadar bakmıştım ve X'in burada gerçekten bir krallık kurduğunu görmüştüm.
Emrine aldığı bir sürü ruh buradaydı ve belli görevlere göre hareket ediyor gibilerdi. "Kim bu? Adam kendine koskoca bir kasaba kurmuş, Ölüler Tanrısı bundan nasıl haberdar olmaz?" gözlerimi dışarıdan çekip ona baktım. "Umursadığını sanmıyorum. Hiçbir şey onun umurunda değil. Zaten iskelet ordusunu bir gönderse hepsini kırıp geçerler ama bir tanrının ordusunu üzerine süreceği kadar önemli değiller."
Ardımızdan X'in gülüşü geldi. "Hala aynısın, öyle değil mi? Aynı yüz ifadesi, aynı kelimeler... Küçümseyici bakışın bile değişmemiş." ona gülümseyerek döndüm. "Ne de olsa Tanrıça Hera'nın kızıyım." dedim gururlu bir ifadeyle. Ne kadar berbat olursak olalım kendi iç meselemizi dışarı taşımazdım. Anne sevgisinden yoksun olduğumu dünyaya duyurmaya niyetim yoktu ve zaten X bana acıyacak son kişiydi.
"Ne de olsa onların kızısın." bana hep hayal kırıklığı dolu bir ifadeyle bakıyordu. Liz'in dediğinden daha fazlası olduğunu hissediyordum. Benden nefret etmekten daha fazlası...
El işareti ile iki tane ruhu çağırdı. "Onu odasına götürün." kaşlarım havaya kalktı şaşkınca. "Odama mı götürsünler?" dedim inanamaz bir ses tonuyla. Alin de bir şey anlamamış gibi bakıyordu. Ruhlardan biri zindanın kapısını açıp Alin'i köşeye iterken diğeri yanıma geldi ve beni kolumdan tutup çıkardı. Alin geride kalırken X'in de arkasını dönüp gittiğini gördüm.
Çok uzaklaşmadan beni bir kulübeye soktular. Düzenli olsa da eskimiş bir yatak, üzerinde aynanın çok emanet durduğu bir masa, ortada küçük yuvarlak bir halı ve yatağın üzerinde üst üste dikilmiş bir sürü tülden oluşan beyaz bir elbise vardı. "E-efendimiz hazırlanmanızı bekliyor, leydim."
Sonunda bana leydim diyen biri. Ölü olmasını görmezden geliyordum, şimdilik.
Beni yalnız bırakıp giderken yatağa oturdum. X neden böyle bir şeyi istiyordu? Neden böyle bir şey yapıyordu? Göreceğim işkencelere o kadar hazırdım ki tüm bu olanlar her şeyiyle çok şaşırtıcı geliyordu.
Bir teorimiz var.
Gölgeleri duymazdan geldim. Benim de bir teorim vardı ama mantıklı değildi. Sonuç olarak hayatta kalmak istiyorsam onun dediğini yapmam gerekiyor gibi duruyordu. Yine de bunu yapmayacağımı ikimizinde bildiğini düşünüyordum. O halde inatla neden elbiseyi vermişti?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayalet Gölge
FantasíaKitap Şarkısı : Yüksek Sadakat - Katil ve Maktül *** Oyunun adı: aşk, kan ve gül. *** Rekabet ve hırs... Nefret ve aşk... Olimpos parlak dönemlerinden birini yaşarken doğan iki varis dengeleri değiştirmeye geliyor. *** Öldürdüğü güzele ağlayan...