Bölüm:10

2.1K 78 17
                                    

Soğuğun tenimi yaktığı bir geceydi. Henüz on, on bir yaşlarımda bir çocuktum. Kapıya açılan merdivenlerin üstünde iki büklüm bir halde uzanıyor, bir yandan açlığın getirisi mide kasılmalarıyla uğraşıyordum. Gece yarısına gelmek üzere olan saate rağmen yokluğum fark edilir değildi. Beni bir bardak su getirmediğim için saçlarımdan tutup yerlerde sürüklemiş, o meşhur terliğiyle vücudumun çoğu yerini morartmıştı. Dinmek bilmeyen bir nefreti vardı. Beni o kapının önüne attı ve babam gelince sesimi çıkarmamamı emretti. Kendimi bir hizmetçi parçası gibi hissettiğim bu evde günler işkencesiz geçmiyordu. Neredeyse evin bütün yükü üstümde olmasına rağmen hala kimseyi tatmin edememiştim. Artık fazlasıyla yorgun düşen ruhumun ceremesini çekiyordum. İşte o gün ilk defa intiharı tatmak istedim. Cennette yedi katlı bir pasta isteyecektim tanrıdan. Küçük yaşıma rağmen beni affetmesi için çok yalvarmıştım. O merdivenlerde, geçen seneden kalma iki okul kitabını yastık olarak kullanırken gerçekten yapayalnızdım.

Ölmeyi istediğim ilk yer orasıydı. Beni sonunda eve aldığında bedenim soğuktan kaskatı kesilmişti. Babam, nerede olduğumu sorgulayınca uyuduğumu söyleyip geçiştirmişti. O gün kafamı yastığa koyduğumda hala o iki kitabın kağıt kokusu burnumdaydı. Benim için okul kitapları sobayı tutuşturmak için kullanılacak kağıt parçalarıydı. Kimse okumamdan yana değildi. Şansım olsaydı okuyup çok güzel yerlere gelebilirdim. Ama ben o gecenin ortasında herkes uyurken dolaptan ilaçları alıp avuç avuç içerken bulmuştum kendimi.

O gün ki çaresiz ses tonum hala kulağımda bir notaydı. Ağlaya ağlaya içip, tanrıya dua etmiştim. Gözlerimi kapatıp gerçekten öleceğim anı beklemiştim ama sabah benim için yine doğmuştu. Tanrı beni yanına istememişti.

Şimdi bir otel odasında, kitaplıkta ki bir kitabın sayfalarını hızlıca çevirirken aynı kokuyu almıştım. O küçük kızın, gece kurduğu intihar planının kokusunu.

Bir kasedin şeridi gibi geçiyordu önümden geçmiş. Kitabı ait olduğu boşluğa geri sıkıştırıp, cama doğru yöneldim. Bu kadar berbat anı yeterliydi benim için. Güzel bir manzaraya şahit olmayalı uzun zaman olmuştu. Yabancısı olduğum bu ülke de herhangi bir şehirdeydim. Aşina olduğum tek şey dilleri ve yüksek suç oranlarıydı. Yol yordam bilmez, kaçsam bir adım gitmez biriydim. Daha önce denediğimde de pek bir sonuç alamamıştım zaten.

Dışarısı buram buram para kokuyordu. Kaç yıldızlıydı bilmiyorum ama balayı için tutulan şehrin en pahalı otelinden bin kat daha lüks duruyordu. Bir ev büyüklüğünde odası vardı. Odanın içi o kadar doluydu ki sayfalar alabilirdi anlatması. Şimdi gerçekten kendimi değerli hissedebileceğim ilgi dolu bir yerdeydim. Burası da muhtemelen kral dairesi falandı. Hatta o kadar uçuktu ki bu kata çıkan ayrı asansörler bile bulunuyordu. Ben bu çulsuz, ayakkabı bile olmayan halimle giriş yaptığımda ufak çaplı bir şok yaşanmıştı. Durumu toparlamak adına bir şey söylemedik onlar da sormamıştı zaten. İşin garip kısmı neden burada olduğumuzdu. Bu halimle gelecek ya da Hector'un beni odaya paketleyip aceleyle gitmesini gerektiren şey neydi?

"Aman banane," dedim kendi kendime. "Bana dokunmayan yılan bin yaşasın."

Bir yerlerde kim bilir yine kimlerin hayatını mahvediyordu. Rutini buydu, garipsemem daha garipti. Odanın içinde attığım sayısız turlara yenisi eklenirken sıkıldığımı hissettim. Neyse ki akıl edip personel vasıtasıyla temiz iç çamaşırı, beyaz sade bir t-shirt, gri eşofman altı ve beyaz bir spor ayakkabı göndermişti. Bu bile benim için paha biçilmez bir şeydi. Bıkkınlıkla nefesimi verdim. Uyumuş uyanmış, duş almış, etrafa boş boş bakmış, kitaplığı uzun uzadıya incelemiş, özgürlüğün tadını çıkaran insanlara imrenmiş, nimetlerden faydalanmış ve neredeyse akşamı bulmama rağmen kimseyle iletişime geçmemiş bir ben vardım.

SINIRDAKİ YABANCI  +18Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin