26. Bölüm

998 93 21
                                    

Jong In alevlere daldığında donup kalmıştım. Kendime gelince arkasından defalarca kez bağırdım. Düşmanımız için kendini öldürmesi normal miydi? O an tekrar yanıma baktım Suho abi ağlıyordu.

"S-sen.." diyebildim sadece.

"Sadece Tao'ya ders vermeye çalışıyorduk." dedi.

Çok sorgulayamadım çünkü vaktimiz yoktu. Eve doğru yaklaştığımda bağırdı.

"Dur Sehun ne yapıyorsun?"

Jong In oradayken nasıl durabilirdim ki? Dakikalar geçmişti ama hala ortada yoktu.İlk girdiğinde Tao'ya seslenişlerini duyuyorduk. Bir süre sonra tamamen sesi kesilmişti. Alevlerin sesinden başka bir şey yoktu.

O an itfaiyenin sesini duydum. En azından bir şansımız vardı artık. Kendimi yere bıraktığımda ağlamam şiddetlenmişti. Suho abi yanıma gelip beni kollarına aldığında kendimi durduracak gücümün tükendiğini hissetmiştim.

"Onu kaybedeceğim. Tamamen kaybedeceğim." dedim hıçkırıkların arasında.

"Sehun.. Sehun karşıya bak. Jong In.." diye konuştuğunda başımı kaldırdım. Baktığı yöne baktığımda Jong In'in kucağında Tao'yla dışarı çıktığını görmüştüm. Yanımıza kadar geldiğinde Tao'yu Suho abinin kucağına bıraktıktan kısa bir süre sonra yere yığıldı.

İtfaiye evin önüne geldi ve yangını söndürmeye başladılar. Sağlık ekiplerinden bir kaç kişi ise Jong In ve Tao'yla ilgileniyorlardı. Jong In'in ellerini tuttuğumda kalbimdeki ağrı artmıştı.

"Gözlerini aç Jong In. Lütfen..." dedim. Başım eğik ağlıyordum. Ellerimde duran el kıpırdayıp gözlerimi sildi.

"Tanrım!!! Şükürler olsun!! Yaşıyorsun!!!"

"Şşş sakin ol bebeğim ben iyiyim. Sadece biraz fazla duman yuttum sanırım. Seni nasıl bırakabilirim ki?" dedi.

"Seni seviyorum Jong In. Çıkarma şunu. Sonra konuşuruz." diyerek diğer elindeki oksijen maskesini tekrar yerleştirdim.

Normalde olsa vücut ısılarından çoktan her şeyin anlaşılması gerekirdi. Jong In'lerin türü çok daha soğukmuş. Ama Tao'ların türünün vücut ısısı onlara göre daha normale yakınmış. Yine de tedirgin olmuştum.

Jong In tekrar oksijen maskesini aralayarak konuştu.

"Ona bakmalısın."

Şimdi de benden onun yaşadığından emin olmamı mı istiyordu? Ne kadar sinirle baksam da bunu gerçekten istediğini görebiliyordum.

"İstemiyorum Jong In." dedim.

"Lütfen Sehun." diye fısıldadı.

Tao'nun yanına gittiğimde arkadaşları Jong In'in yanına doluştular. Tao gözlerini açtığında şok olmuştu.

"Öldüm değil mi? Tabi ki öldüm.. Üzgünüm abi.. Çok üzgünüm.." dedi. Daha sonra beni fark edince kaşlarını çattı.

"Lanet olsun Sehun sende mi eve girdin? Sen olmamalıydın. Seni de mi öldürdüm?" dedi. Şaşkın görünüyordu.

"Ne saçmalıyorsun sen Tao?" diye sordum.

"Sanırım dumandan zehirlenmiş." dedi Suho abi.

"Sadece sizi rahat bırakıp abimin yanına gelmek istemiştim. Senin burada ne işin var Sehun. Sen ölmemeliydin." dedi. Gözlerindeki yaşlar yanlardan sedyeye damlıyordu.

Suho abi, "Ben ölmedim Tao. Sehun ve sen de öyle.. " dediğinde Tao tekrar gözlerini açtı. Tam konuşacaktı ki Suho abi oksijen maskesini yüzüne bastırdı.

"Şimdi olmaz Tao. Daha sonra konuşuruz." dedi.

"Ben Jong In'e bakacağım" diyerek hareketlendim. Tao aniden elimden tuttu. Kızıp öfkeleneceğini sanıyordum ama bakışlarında acı vardı.

"Lütfen Sehun.. Yanımda kal.. Biraz.." dedi.

"Onun bana ihtiyacı var. Seni kurtarmak için neredeyse ölüyordu. Şimdi elimi bırak Tao." diyerek elimi çektim. Şaşkın bir şekilde Suho abiye bakıyordu. O da cevap verdi.

"Doğru söylüyor. Seni Jong In kurtardı."

"Ben gidiyorum Tao. Merak etmene gerek yok. Biliyorsun." diyerek bileklerimi salladım. Şu görünmez kelepçelerden bahsettiğimi anlamıştı.

Jong In'in yanına gittiğimde herkes bana tuhaf tuhaf bakıyordu.

"Sadece bakıp gideceğim." dedim.

Jong In'in elini tutup öptüm. Gözlerime büyük bir aşkla bakıyordu. Bakışlarını hafızama iyice kazıdım. Onu çok özlüyordum ve bu artık dayanılmaz bir hal almaya başlamıştı. Tekrar ağlamaya başladığımda yaşlarımı sildi. Tam konuşmak için ağzındakini çıkaracaktı ki durdurdum.

"Daha sonra sevgilim. Şimdi sadece dinlen." dedim. Gülümseyerek gözlerini kapadığında biriken yaşları akmıştı. Mutlu olduğunu hissedebiliyordum. En çok da ona söylediğim şey yüzündendi.

"Bir daha bunu yapma Jong In. Biliyorum sen her yönünle kusursuzsun ama düşmanımız için kendini öldürmeye kalkman çok sinir bozucu. Bunun için cezalandırılacaksın." dedim. Etrafımızdakiler hala tuhaf bakışlarını gönderiyorlardı. Bir tek bizimle ilgilenmeyen Baekhyun'du. Tao'nun olduğu yere dolu gözlerle bakıyordu. Jong In söylediklerime sadece gülümsemişti. Cevaplarını daha sonra vereceğini bildiğimden ben de ona gülümsemiştim.

Sessizce onlara Baekhyun'u işaret ettiğimde Yixing ona sarıldı.

"Neyin var bebeğim?"

"Abi... Ona bakamaz mıyım?" diye sordu.

Jong In ve ben birbirimize bakıyorduk. Daha sonra Baekhyun bana baktı.

"Siz sevgili değilsiniz değil mi? Ona bakmama izin verir misin? Beni... Onun yanına götürebilir misin?"

Şok olmuştum. Tao'yu tanımıyordu bile ama onun için ağlıyor muydu? Hem de kuzeni az daha ölecekken!

Jong In olumlu anlamda başını salladı. Abisi itiraz etse de kardeşinin göz yaşlarına dayanamamıştı.

"Hadi gel bakalım." diyerek kalktım.

Önce gözlerini silip saçlarını düzeltti. Sonra da arkamdan yürümeye başladı.

"Korkuyorum." diye fısıldadığında durup kolumu omzuna attım.

Tao'nun yanına gittiğimizde bize garip bir şekilde bakıyordu. Suho abi Baekhyun'a bakıp gülümsemişti. Selam vermekten çok imalı bir gülümsemeydi bu. Ortada dönen şeyleri pek anlamasam da Baekhyun'u oturttuktan sonra yanına oturdum. Tao soran gözlerle bakıyordu.

"İyisin değil mi?" diye sordu Baekhyun.

"Maalesef iyiyim liseli. Bunun için mi geldin yanıma?" diye sordu.

Baekhyun hepimizi şaşırtacak bir şey yaptı. Eğilip Tao'nun alnından ve şakağından öptü. Suho abiye baktığımda sadece gülümsüyordu ama Tao da ben de şoktaydık.

Ne yapıyordu bu tanrı aşkına?

Dönüşüm ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin