otuz bir

52 9 2
                                    


"Merhaba Bay Jeff..." dedim utanarak. Ne desem bilemiyordum ama bir şeyler demem de gerekiyormuş gibi hissediyordum, aşırı utanıyordum da zaten.

"Merhaba Tinnasit." dedikten sonra gözlerini gözlerimden aşağılara kaydırdı, üstümdekileri süzdü. "Yine ince giyinmişsin."

Üstüme baktım, bluzun inceliğini şimdi fark etmemle onun giydiklerine kıyasla biraz absürt duruyordum. Kıkırdadım sessizce. "Farkında değilim. Siz, onu boşverin de," dediğimde gözleri tekrar gözlerimde sabitlendi, diyeceğim şeyi duymayı bekliyordu. "nereye gidiyoruz?"

"Meraklısın bakıyorum." diye mırıldandı keyiflenerek. Arabayı çalıştırmasıyla birlikte ben de uzun zamandır onun üzerinde tuttuğum gözlerimi yüzünden kaçırdım.

Sorduğum sorudan kaçıyordu. Bay Jeff, cevaplamak istemediği hiçbir soruya hiçbir şekilde cevap vermezdi.

"Meraklanmakta haklı değil miyim?" dediğimde dudaklarını birbirine bastırdı, munzurca gülümseyerek direksiyonu sıkıca kavradı. "Haklısın tabii."

Cevabı almak için uğraşlarım boşunaydı ve bunun ben de farkındaydım.

Derin bir of çekerek odak noktamı camdan dışarıya sabitledim. Diyecek bir şey bırakmamıştı, çırpınmanın alemi yoktu.

"Ofladın mı sen?"

"Ne, ne münasebet!" dedim gözlerimi yoldan ayırmadan. Sessiz sessiz kıkırdadı, gülümsememek için dudaklarımı birbirine bastırdım sıkıca.
"Gülümsesene Tinnasit, ne diye sıkıyorsun kendini?"

Bu kadar harika olmasa ölürdü, değil mi?

İçimi ısıtacak şekilde mükemmel gülümsemese, yanında her şeyi unutturmasa, ayaklarımı yerden kesmese, içimde fırtınalar koparmasa, tatlı tatlı konuşmasa, öyle hoş bakmasa...

"Tinnasit?" Gerçek dünyanın içine tekrar çekilmemle irkildim, dudaklarımı bir şey demek üzere aralasam da ne diyeceğimi kestiremiyordum.

"E-efendim?"

"Gülümse diyorum, sıkma kendini ama duymuyor gibisin. Neler düşünüyorsun?" dediğinde gülümsedim. Bu sefer kendimi sıkmadan, mesafe koymadan, çabalamadan. Sadece içimden geldiği gibi, hissettiğim gibi. Sadece istediğim gibi gülümsedim, onun da istediği gibi.

"Gülümsüyorum, bakın." dedikten sonra gözlerimi tekrar kaçırdım yüzünden. Uzun süre bakmaya bile utanıyordum.

"Öldüreceksin beni..." diye mırıldandı sessizce, yüzünde yavaş yavaş şekillenen gülümsemesiyle. Kaşlarımı çattım, ne demek istediğini tam anlayamamıştım.

"Niye ki?" dedim gözlerimi açarak. Bu soruma da bir cevap alamayacağımı biliyordum ama yine de soruyordum işte.

Arabayı sakin ve etrafta hiçkimsenin olmadığı bir sahilde durdurdu. Etraf çok sessizdi ve dalgaların sesi yükseliyordu, adeta bir masaldan çıkmış gibi huzur dolu bir yerdeydik sanki.

Arabadan indik ikimiz de, hızına yetişemeyip arkasına takıldım. Arabadan çok uzaklaşmadan, dalgalı denize yakın bir yerde adımlarını durdurdu, ben de onunla birlikte durup karşısına geçtim.

"Ben... Bir şey konuşmak istediğimden getirdim buraya seni." dediğinde gözlerimi ılık kumdan yüzüne doğru kaydırdım. Yüzüne bakarken bile çok utanıyordum, deli gibi utanıyordum.

"Dinliyorum, Bay Jeff." dedim, bir yandan ellerim heyecandan titriyordu. Düşüp bayılacak gibi hissediyordum, içim içime sığmıyordu.

"Sende bir şeyler var, Tinnasit." dediğinde gözlerimi yüzünde sabitledim. Gözlerimi açtım, merakla dediklerini dinlemeye başladım.

Gözlerinde hoş bir ifade vardı, dudaklarını yalayıp duruyordu. Diyeceği şeylerin etkisiyle kendisi bile heyecanlanmış gibi bir hâli vardı, bu hâlini ilk defa görüyordum.

"Karşı koyamıyorum, elimden sevmekten başka bir şey gelmiyor. Aklım başımdayken sarhoş ediyorsun beni. Seni korumak istiyorum, sana sarılmak istiyorum, öpmek istiyorum. Kokunu yakınımda duymak, seninle nefes alıp vermek..." Dudaklarım iradesizce aralandı, gözlerimi kırpıştırdım.

Her şey çok gerçekti. Hayal görmüyordum ve hayal görmüyor oluşum hiç gerçek gibi değildi.

Titreyen ellerimi birleştirdim, derin derin nefes almaya çalıştım. Gözlerim doluydu, her an gözyaşlarım firar edecek gibiydi.

"Seni seviyorum Tinnasit."

CK ও jeffbarcodeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin