Artık o ilaçlara, hastanenin boğucu odasına, zorla gülen yüzlere katlanamıyordum. Bu yer benim akıl sağlımı düzeltmek için değilde, daha çok bozmak için uğraşıyordu. Yaşamaktan gına gelmişti artık. Her gün farklı bir zorbalık, farklı bir yüz, farklı bir ses, farklı bir ilaç. Artık yaşamaltan vazgeçmiştim.
İlaçlardan dolayı doğru düzgün düşünemiyordum bile. İlaçların etkisi biraz biraz geçmeye başladığında tek yapmam gereken yemek saatini beklemekti. Binanın tepesine çıkmadan önce yanıma bir bıçak almam lazımdı, çünkü binanın tepesine çıktığımda kendimi bıçaklayacak ve acıyı bir bölgeye yönelticektim, ardından bıçağı çıkartıp kan kaybından bilincimi kaybetmeye yakın binadan atlayacaktım.
Sonunda yemek molasıydı. Herkes yemek yemeğe inmiş, etrafta kimse kalmamıştı. Yanıma bir bıçak almıştım ve binanın tepesine çıkmıştım. İntihar etmeye çok yaklaşmıştım. Sonunda bu iğrenç yaşamdan kurtuluyordum. Ta ki arkamdan bana bakan çocuğu görene kadar...
-------------------------------------------------------------------------
Yorucu bir günün yorucu bir sabahı daha. Yine "arkadaş" dediğim kişilerle birlikte o hırçın hastalara bakıyorduk. Gerçekten hastalara acıyordum. Bence hasta olanlar onlar değil bizlerdik. Bu işi aslında caniliği parası iyi olmasa asla yapmazdım. Her gün o mutsuz suratlara güler bir yüzle cevap vermek oldukça zordu, birde hastaların ilaç almamak için hırçınlaşması üst üste geliyordu.
Sonunda yemek molası gelmişti. Yemekten önce bu yorucu sabahın ardından biraz temiz hava almak istemiştim, hastanenin içi bile bunaltıcıydı, kim bilir odalarda saatlerce durmak nasıl bunlatıcıdır.
Sonunda çatıya çıkmıştım ancak gördüğüm tek şey binanın tepesinde duran bıçaklanmış kumral saçlı bir çocuktan fazlası değildi...