O sabah yine erkenden kalkılmış, köydeki mesaileri yine bir kaç koldan başlamıştı. Katık hazırlanacak, kahvaltı yapılacak, sofra kaldırılacak, hayvanlar salınacak ve var gücüyle bağ bahçe işlerine girişilecekti. Uyandıktan sonraki saatler boyunca herkesin hareketleri mekanikti.
Isı maruziyeti ile formu bozulmuş çaydanlıkta çay demlenirken, sobanın kalan sıcağına yufka ekmekleri konmuştu. Evin küçük oğlu bir koşu kümese gitti, follukları yokladı, üç tane yumurta buldu. "Eyvah!" dedi. "Annem yine kızacak bunlara." 18 tavuktan 3 yumurta olur muydu hiç! Neyse anacığı bir güzel tereyağına kırardı yumurtaları az da olsa herkes yiyebilirdi. Ama bu işin sonu hiç iyi görünmüyordu.. Kümestekileri uyardı olanca çocuk haliyle. "Bana bakın! Sizin yerinizde olsam anamı kızdırmazdım. Bakmayın öyle sessiz durduğuna, kızdığında herkeslerden sert olur onun köteği". Aslında sessiz değildi anası ancak yetişiyordu evin, çocukların, bağın, bahçenin işlerine. Akşam olduğunda konuşmaya mecali kalmıyordu aslında.
Sofra toplandı, anası fideleri istedi küçük oğlundan. Bir koşu gidip getiriversindi öğleye kadar son fideleri de bostana dikerse üç haftalık dikim işi bitmiş olacaktı. O arada evi süpürüp havalandırırdı. Bahar gelmişti sözde, o kadar soğuktu ki halen hava, bir yandan da korkuyordu. Ya hava normale dönmezse toprakla buluşturduğu fideleri gece donabilirdi. Yaz boyu yiyecekleri taze fasulyeleri, bamyaları, domates, biber, salatalıkları, kabakları donabilirdi. Fideler kök vermez, çiçek açmazdı. Engel olmalıydı bu duruma, boşta duran çuvallar kullanılabilirdi, bir de meyve ağaçlarının altına serdikleri çadırlar. Gün boyu çok çalışması gerekiyordu çapa, tırmık, fideler her şey bostan için hazır durumdaydı.
Bir kuvvet başladı dikime, fidelerin yerini kazıp özenle köklerine dikkat ederek toprakla buluşturduk ilkin, yavrusunun üzerini örter gibi kapattı kökleri toprakla, can suyunu kana kana alsın diye bol bol döktü üzerlerine. Bir yandan bir türkü dolanmıştı diline, içli içli bir yandan söylüyor bir yandan devam ediyordu. Bir ay doğar ilk akşamdan geceden / Şavkı tutmuş pencereden bacadan/ Dağlar kışımış/Yolcum üşümüş/Perişanım ben.. Ne güzel türküydü, ne de güzel sesi vardı. Bazı geceler çocukları, yataları bile yokken, yatsınlar da anaları türkü söylesin onlara diye geceyi kollarlardı.
Eşyalarını toplayıp ayrılacaktı tam, bir şey çekti dikkatini ilk ektiği fidelerde yolunda gitmeyen bir şey vardı. Kontrol için yaklaştı yanlarına, çoğunun kökleri açıktaydı, eşelenmişti, yapraklarının çoğunda ısırıklar vardı. Anlayamadı ama bu olsa olsa tavuk marifeti olmalıydı. Ama mümkünü olmazdı ki kümes ayrı ve uzakta kalıyordu. Yüksek çitleri vardı, tavukları o alandan çıkmamıştı hiç. Ne kadar emek vermişti o fideleri yetiştirirken ve toprağa geçirirken, ağlamamak için zor tutuyordu kendini. Bir hışırtı duydu ve yaşlı erik ağacının arkasında onları gördü (komşunun çilli tavuklarını). Tuhaftı, kümeslerinden kendi kendilerine gelmeleri mümkün olamazdı. Aradaki duvar oldukça yüksekti.
Hışımla koştu yanlarına, tavukların kalan fidelere zarar vermelerini istemiyordu. Ayların emeği öyle kolay heba olur muydu? Tavukları komşuyla ortak olan duvarlarına kadar kovaladı ve Hanife abla, diye seslendi komşusuna.
Belki beşinci seslenişten sonra çıktı evden Hanife ablası, ne olduğunu sordu.
-"Hanife abla, tavukların..." dedi. "Bu çilliler senin tavukların değil mi?"
-"Beniim" dedi umarsız.
-"Abla nasıl geldi bunlar, nasıl aştılar duvarı?"
-"Ne bileyim Hazan gelin kaçmışlardır o yana." O yükseklik için mümkün değildi bu.
-"Abla baksana bizim bahçede geziyorlar yeni ektiğim fidelere zarar vermişler. Buraya kovaladım hepsini geri gelmiyorlar sizin tarafa. Gel al bunları hadi kalan fidelerimi kurtarayım."
-"Bak simdi, bunca işin içinde nasıl alayım, sen bırak gelir onlar" dedi, döndü ve girdi evine.
Kendisini tutsa bile gözünden yaşları boncuk boncuk inmeye başladı Hazan gelinin. Çoktan çıkması gerekiyordu bostandan ama bu durumda bırakamazdı bin bir zahmetle çillileri komşunun bahçesine bıraktı tek tek ve çıktı bostandan.
Akşama yemek hazırlanacaktı daha, bulgur pilavı ile cacık yapacaktı, az da et koyabilse pilava ne sevinirdi çocuklar. Sofrayı kurmadan geldi kocası, oğulları, belli ki çok yorulmuşlardı, acıkmışlardı. Kolay mıydı koskoca tarlanın gübresiyle uğraşmak. Üşümeleri azalsın diye çevrelediler sobayı hareket halindeydi oğulları oturacak kadar ısınamamışlardı henüz. Çetin geçen kıştan sonra yoğun çalışmaları gerekecekti. Harmana az kalmıştı.
Yemeği tabaklara koyar koymaz sofraya oturdular. Daha ilk kaşığını alırken eşi, Hazan gelinin gözlerinin şişini farketti. Yemek boyunca tüm olanları en başından dinledi.
"Bildim" dedi kocası, "Bildim geçen gün onların tarlasına bir traktör girmiş, başaklarına zarar vermiş. Köyün kahvesinde anlamadan dinlemeden bağırmaya başladı Mehmet emmi (Hanife'nin kocası), yan tarla benim diye bana yormuş hâlbuki ben hep kendi yolumdan girer çıkarım. Ne dedimse anlatamadım. Zaten bu aralar bir tuhaf, bunca yıllık köylüm beni hiç bilmez gibi hallerde. Hâlbuki bu olayın peşinden ben de dört açtım gözlerimi kim yaptı bulabileyim diye. Bilerek bıraktı çillileri bizim bostana belli ki. Gözünü dört aç hanım ben bu konuyu çözeceğim" dedi. "Sen bostana bakar ol. Canını da sıkma". Hava kararana kadar bakmak lazımdı sonra sorun olmazdı. Zaten akşam oldu mu herkesin tavuğu kendi kümesine girerdi.
Sonraki iki günde çilliler her gittiğinde bostandaydı. Zararları gittikçe büyüyordu. Hazan gelin bıraktı işi gücü fidelerin başından ayrılamıyordu. Bunca emeğin bile bile heba oluşuna canı yanıyordu çok. Çilli tavukları duvarın ardından kendi evlerine gönderdi yine, dönerken kocasının elinde bir şeyle geldiğini gördü. Yaklaşınca elindekilerin yumurta olduğunu anladı. Kendi kümeslerinin o günkü yumurtalarıydı. Birini fidelerin baş tarafına birini de sonuna bıraktı. Sonra Hazan gelinin kulağına bir şeyler söyledi ve gitti. Hazan, kendine engel olamadan gülümsedi sonra ciddiyetini alıp seslendi.
- "Hanife abla, baksan ya bi? Hanife ablaa..."
- "Ne oldu gene Hazan gelin?"
- "Abla senin tavuklar yine bostana girmiş bizim."
-"Gelin ayıp olmuyor mu girdiler de yediler mi bostanını?"
- "Yok abla ben onları zaten sizin bahçeye geri bıraktım."
- "Eee o halde?"
- "Abla al bu yumurtaları fidelerin dibinde buldum. Herhalde gelenlerin ikisi buraya yumurtladı" dedi.
Hanife kadın yumurtaları aldığı gibi tavukları folluklarına sürdü. Ve çilliler Hazan gelinin bostanına bir daha hiç gelemediler.