"Gitmenin kolay olduğunu sanıyordu herkes, oysa ben bir yaşamı geride bırakmıştım. Dünyada üzerine yıkıldıktan sonra bir kalbim sağ çıkması çok da mümkün değildi."
Uyumak... Sadece zamanın daha hızlı geçmesi için uyumuşçasına uyumak...
Şu an ihtiyacım olan tek şey zamanın hızlı ve acımasızca akıp gitmesiydi. Odaya dalan gün ışığı gözlerimi rahatsız ederken huzursuzca sağıma döndüm. Ancak bu kez de telefonun alarm sesi beni rahatsız etti. Uyumaya devam edemeyeceğimi anlayınca sıkıntılı bir nefes alıp gözlerimi araladım.
Telefonun alarmını susturduktan sonra tekrar komodine bıraktım. Üzerimdeki yorganla kısa bir süre göz göze geldiğimde dün geceyi hatırlamaya çalıştım.
Ben üzerimi örtmemiştim. Bundan kesinlikle emindim. Bu ayrıntının daha fazla üzerinde durmadan hemen yataktan doğruldum. Dolabın önündeki valiz yoktu. Valizin yokluğu hemen dikkatimi çekti. Dolabın kapağını açtım giysilerimi dolaba yerleştirildiğini anladım. Elfida halamın dün gece odama geldiğinden artık kesin olarak emin olmuştum.
Odamın gümbürtüyle açılan kapısı, sonunda bir küfür savurmama neden oldu. Başımı hafifçe kaldırıp kapımın önünde dikilen, Kaan'a baktım. Siyah saçları darmadağındı ve üzeri çıplaktı. Her zaman kaslarını sergilenmekten hoşlandığını söyleyerek kış günü bile yarı çıplak gezerdi.
"Selam yakışıklı." diyerek gülümseyerek tek gözümü kırptım.
"Pardon tanışıyor muyuz?" Bu sözüyle beraber suratım düşerken şaşkınlıkla ağzım aralanmıştı. Evet diyeceğini umut etmiştim. Kaan'a dönünce, pis pis gülümsediğini gördüm. Tek bir bakışımla yavaş adımlarla ona doğru yürüdüm gülmeyi kesip bir adım geri gitti. Sıkıntıyla nefes verip bir el hareketiyle onu odanın dışına ittim. Yüzüne kapıyı kapattım. Deli oğlan diyerek gülümsedim.
Hızlı bir duşun ardından hemen dolabımdan
kıyafetlerimi aldım. Kot pantolon, salaş kazak giydim. Ayakkabı olarak da convers giydim. Saçlarımı yukarıdan dağınık bir topuz yapıp topladım. El bileklerime de çeşitli ve renk renk bileklikler takmıştım.
Kalbim saklandığı çocuk odasından çıkıp devam eden hayata ayak uydurdu.
Mutfağa doğru yöneleceğim sırada yüzünü küçüklüğümden hatırladığım bir adam salondaki koltuklarda birine oturuyordu. Hemen karşısında tüm kırgınlığım, kendine yer bulmuş annem.
"Avukatımız Giray Bey." diye tanıttı annem tanıdık yüzlü adamı. "Kız kardeşinin vasiyetini açıklamak için geldi."
Her şey anlam kazandı kafamda gözlerim ondan kırgınlığımın taşıyıcına döndü. Yüzümde hoşnutsuz, zalim bir gülümseme bir belirip kayboldu.
" Çok erkencisin Burak." dedim kinayeyle abime.
"Sana da merhaba küçük kardeş." Geniş ve rahattı tebessümü.
"Bunca zamandır neredeydin?"
"Bazı önemli işlerim vardı." Umursamaz bir tavırla parmaklarını koltuğunun kenarında oynattı.
"Hangi iş, kız kardeşinin cenazesinde daha önemliydi?"
Gülümsemeler kayboldu, yerine soğuk yüzeyli, keskin bıçaklarla devretti.
Bütün kasları yay gibi gerildi taht misali oturduğu koltuğunda. Annemin kaşları atıldı, uyarıcı bir öksürükle ayağa kalktı, aramızdaki yerini aldı.
"Bunları daha uygun bir zamanda konuşuruz." dedi gözlerini gözlerime dikerek "Giray Bey başlamak için seni bekliyordu, babanın toplantı odasına geçelim."
Görüş açımdan çıktı ve avukatımıza zaten ezbere bildiği yolu göstermek için nazikçe önüne geçti. Herkes yavaş yavaş salondan ayrılırken yerimden bir milim kıpırdadım. Hala öfkeli bakışlarımı üzerine doğrulttuğum Burak, en son yerinden kalkan kişi oldu. Kapının tam önünde durup geçmesini engelledim.
"Kız kardeşinin vasiyetinin açıklanacağı gün işlerinin bitmesi ne büyük tesadüf, değil mi?" Sesimin tonundaki tatlılık, dilimdeki zehre karışıyordu.
Çocukluğundan beri kaybetmediği o afacan tebessüm, dudaklarını çevreledi.
"Rastlantılar, seçeceğimiz yolları bizim yerimize belirler." Bu onun elinde olan bir şey değilmiş gibi omuzlarını silkeledi.
"Bu kadar hain olacaksan en azından sezdirmeden yap."
"Beni hiç tanımadın mı? Kartlarımı açık oynamayı severim daima."
"Burada olmayı hak etmiyorsun."
Gülümsemesi solarak yok oldu, bana bir adım yaklaştı. Yeryüzüne atılmış bir iblis gibi kötülükle patladı safir mavisi göz bebekleri. Kalbimi deşecek en keskin hançeri seçti zihninin içinde.
"Bunu beş yıldır ortalarda görünmeyen kız mı söylüyor?" diye sordu. "Sen kaçmayı seçerken burada olan bendim. Senin arkanda bıraktığın dağınıklığı toparlayan, bütün öfke nöbetlerine göğüs geren, senin yerine nefreti içine çeken bendim. Hak ettiklerimizden mi bahsetmek istiyorsun gerçekten? Sahip olduğun en derin sevgiyi bir çöp gibi yol ortasına bırakmadan önce düşünecektin bunu. Şimdi bu evin hangi köşesinde kendi yerin olduğu iddia edebilirsin, benim yerime? Ya da bu ailenin içinde... "
Gitmenin kolay olduğunu sanıyordu herkes, oysa ben bir yaşamı bırakmıştım geride. Mutlu olmak için tek şansımı bırakmıştım. Evden her şeyden sürgün edilmemi. Gitmenin bir sebebi vardı, eğer kalsaydım vicdanım ağır gelecekti. İyileşmek için zamana ihtiyacım vardı, mesafeye, yeni bir başlangıca. Bunu kimse anlamayacaktı, çünkü hiçbiri bilmiyordu içimde yıkılan şehrin kalıntılarını, hiçbiri gerçeği bilmiyordu, kalbimdeki o sancının öznesi olan kişiden hariç.
Sessizliğimi bir zafer olarak yorumlayarak hayal kırıklığıyla gülümsedi.
"Ben de öyle düşünmüştüm." Savurduğu tek bir omuz darbesiyle yanımdan geçti, içimde sağlam kaldığına inandığım son taşı da devirdi.
"Seni bekliyorlar." dedi Kaan ve bunca zamandır arkamda olduğunu ancak o zaman fark ettim. Büyük ihtimalle sorun büyümeden önce engellemek için orada beklemişti. Yüzümdeki ifadeyi toparlamaya çalışarak başımı salladım gerçekten gidişimi sebebini öğrense gene de beni korur muydu? Ona bakmaya cesaret edemeden uzun koridoru geçtim. Geniş toplantı salonunda, yuvarlak masada bana ayrılan boş sandalyeye oturdum.
"Herkes burada olduğuna göre başlayabiliriz." dedi Giray Bey ve çantasından çıkardığı evrakları düzelti. "Öncelikle şunu söylemek istiyorum. Aziz Bey benim sadece müvekkilim değildi, bende çok değerli dostumdur ve çocukları da benim manevi yeğenlerim. Kızı, Nisa'da kendi yeğenim gibi kaybettiğimize sizin gibi bende en içtenlikle acınızı paylaştığımı bilmenizi isterim. Başınız sağ olsun. "
" Sağ olun. "dedi annem hepimizin yerine, o otomatiğe bağlanmış cümleyle.
Giray Bey mühürlü bir zarfı önüne yerleştirdi. Uzun zamandır alıştığı bir profesyonellikle dost kimliğini geride bırakarak görünmez avukat cübbesini üzerine geçirdi.
" U. Şehri Sulh Hukuk Mahkemesi Hakimin tebliği ettiği vasiyetnameye göre. Aziz Duru'nun merhum varisi Nisa Duru'nun mal varlığı aşağıdaki okuyacağım şekilde paylaştırılmıştır."
Kulaklarım uğuldamaya başladı. Tüm dünyadaki en berbat kelimenin, hangi dilde olduğunu, fark etmeksizin, vasiyet olduğunu karar verdim. Bir şeyler kazanacaktım birazdan ve kazandığım hiç bir şey, kaybettiklerimi eş değer olmayacaktı. Bundan sonra hiçbir kazanç, sevdiklerimi geri getirmeyecekti. Bu kelime bu kadar resmi bir şekilde, yalnızca iş görüşmelerinde yüzünü gördüğüm bir adamın dudaklarından kazanıyorduk. Sanki bütün dünya karşıma geçmişti ve aynı anda haykırıyordu. "Kız kardeşin öldü." Tekrar ve tekrar... Ben dizlerimin üstüne düşüp yıkılana kadar, paramparça olana kadar, bütün duygularımı infilak edene kadar... Tekrar ve tekrar...
İşitebildiğim tek cümle buydu, bedenim oturmaya mecburen devam ederken ruhum anılar arasında bir yolculuğa çıkmıştı.
Ne konuşulmuştu, ne söylemişti hatırlamıyordum. Dakikalara sığan o anları, sanki buzlu bir camın ardından izlemiştim. Öyle ki odanın penceresinden vuran yağmur damlarının sesi, onların kelimelerinden daha yakındı.
Kağıtlar, masanın bir ucundan diğer ucuna doğru gözlerimin önünden geçerken dikkatimi dağıldı ve bulunduğum yere geri döndüm.
Annem ile halam önündeki kağıtları imzalamakla meşguldü. Demek ki bitmişti toplantı. Ömrümü iki kağıda sığdırabilmişti ancak kız kardeşim ve ondan geriye kalanlar, cüzdanınızdan başka bir şeye getirisi olmayan betondan, taştan, arsadan ibaretti.
Bir de göğsümüzü delip geçen yastan...
Kağıtlar, Giray Bey'e geri döndü, teşekkürler edildi. Kalmak için sandalyemi geriye ittiğimde avukat aceleyle bana döndü.
"Küçük bir şey daha var. Bundan sonrasını yalnızca kardeşlerine okumakla görevlen dirildim. Affınıza sığınarak diğer herkesin dışarı çıkmasını rica edeceğim."
Gözlerim masanın başında, babamın sandalyesinde oturan anneme kaydı. Yüzümde şaşkınlık, merak veya buna benzer sorgulayan bir emare aradım. Bomboştu yüzü, sanki boş kalan yatağını sırtlanmış peşi sıra taşıyordu kendisiyle beraber bundan sonra gideceği her yere. Hiçbir tepki vermeden öylece oturmaya devam ettiğinde, onun zaten burada olmadığını anladım.
Eniştem hem annemin hem de halamı kahveye lütf-ü davet etti.
"Haydi, iki güzelle bir kahve içelim." Sesi, ne olursa olsun en karanlık geceleri bile aydınlatan bir güneş gibi ışığa vaat ediyordu.
Bir uykudan uyanır gibi oldu annem ve hemen teslim oldu bu isteğe. Yavaşça ayağa kalktı, eniştemin sağ koluna giren annem diğer koluna da halamın verdiği destekle, diğerleri ile birlikte odadan çıktı. Kaan da tam kapıdan adımını atmak üzereydi ki Giray Bey onu durdurdu.
"Kaan Ateş siz misiniz?"
"Evet" Bu bir cevaptan çok neler olduğunu anlamaya çalışan bir oğlanın sorusuna benziyordu.
"Önümdeki talimatlara sizin de adınız geçiyor, lütfen oturun."
Kaan hayretle, neredeyse özür dileyen bir ifadeyle gözlerini bana çevirdi. Sadece gülümsemeler yetindim, ama bu beni hiç şaşırtmamıştı. Kaan, on iki yaşında bu eve getirildiğinden beri ailemizin bir parçasıydı ve babam onu kendi çocuklarından bir gün bile ayırmamıştı. Tabi ki de bizde tek bir kişi hariç.
Burak...
Bu yeni gelişmeye nasıl bir tepki vereceğini tahmin ederek bakışlarımı abime yönelttim. Sessizlik yemini etmiş gibi çenesini sıkmış, dişlerini birbirine bastırmıştı. Onun ruh halini anlatan tek şey, masanın üzerine sabitlenmiş olan elleriydi. Stefan Zweig 'ın yüzyıllar ötesine dokunmayı başaran bir kurgusunun resmiydi adeta. Kaybedilen bir poker oyununa sahip olduğu her şeyi adamış bir kumarbazın elleri gibiydi elleri. Kızgın, hırslı, tutkulu, korku dolu ve vahşi...
Kaan yanımdaki sandalyeye rahatsız bir tavırla yerleşti. Hak ettiğine zerre inanmadığı bir şeye zorla ortak edilmiş gibi huzursuzdu içi.
"Evet..." dedi. Giray Bey ve odadaki kontrolü yeniden eline aldı. "Kız kardeşinizin noter imzalı vasiyetine göre şirketin payını altınıza arasında ortak şekilde paylaştırıldı. Burasının tahmin ettiğiniz kısım olduğunu düşünüyorum."
"Tabii..." dedi. Burak ablayla. " Babam dişiyle tırnağıyla büyüttüğü bir şirketi sevgili kız kardeşim Nisa, ise kendi kanımızdan olmayan piç yerine gerçek sahiplerine bırakacak değildi!"
"Burak!.." diye uyardım sert bir tonla.
"Ne Burak ne? Yalan mı, Aysıla ile kaldırdığı parayı yatak odasının kapıların ardından bölüşecekler mi?"
Kan yüzüme hücum ederken Kaan'ın tepkisi benim kadar pasif kalmadı. Soyadının hakkını veren ateş gibi misali ayağa fırladığında oturduğu sandalye yüksek bir sesle geriye devrildi. Gözü hiçbir şeyi görmeden yumruk sıktığı eliyle, kararlı adımlarla arşınladı masanın etrafını. Yakasının tuttuğu gibi ayağa kaldırdı abimi.
"Bir daha söyle" dedi kışkırtıcı bir tavırla.
"Gözlerimin içine bakarak bir daha söyle, haydi!"
"Yalan mı? Bu mirasa ortak oluşunun tek sebebi, onun kızını yatağa atıyor olman, değil mi?"
Kaan'ın kolunu yumruğu Burak'ın yüzüne değmeden önce yakaladım.
"Geri çekil." dedim sakin, hissiz bir sesle. "Bu kavganın ne yeri, ne zamanı şimdi..."
Sesimdeki yalvarışı duyuyor, yüzümdeki ıstırabı görüyordu. Ama içinde alev alan öfke, sönmesi güç bir yangına doğru evrilirken gözlerini onun gözlerinden ayrılmıyor, geri adım atamıyordu.
Diğer elimle yumruğunu kavradım. Kaan ve Aysıla birbirlerine aşık olmuştular.
Çok güzel de çift olmuştular. Ama Aysıla, hiçbir şey anlamadan hasta olduğunu öğrendik ve öyle bildiğimiz hasta değildi.
Birilerin onu öldürmeyi düşündüğünü ve bazen sinir krizi geçiriyordu. Doktorlar kız kardeşimin hastalığını 'Paranoid Kişilik Bozukluğu' koymuştu. Altı yıl önce Aysıla, Ankara’daki Fısıltılar ve Çığlıklar Kliniği yatırmıştı babam. Neden o kadar uzak bir yere yaptırdığını sorduğumuzda ise onun iyiliği için bu gerek demişti babam. Bir gecede biten sadece koca aşk olmamıştı. Bir şekilde aileden ilk uçan kuştu ve onun gidişini hepimiz etkilenmiştik.
"Geri çekil." diye yineledim. "Babamın anısına ihanet etme. Bu evin içinde biz böyle kavgaları barındırmayız."
Çenesindeki kaslar seğirdi. Sakinleşmeye çalışırcasına derin bir nefes aldığında, daha ileri gitmeyeceğine emindim. Kaan'ın elini yavaşça hala Burak'ın yakasını kavrayan elini bıraktırdım.
" Ne güzel... "diye mırıldandı Burak gömleğini düzeltirken." Beş yıl hiçbir şeyi değiştirmemiş. Duru kızları hala Ateş oğlunun yularının elinde tuta biliyorsunuz?"
"Kes sesini!" diye bağırdım.
"Eğer sakin kalamayacaksınız bu görüşmeyi erteleyebiliriz." dedi Giray Bey. İşi gereği bu öfke patlamalarına o kadar alışıktı ki, tereddütsüz bir sertlikle otoritesini ortaya koymaktan çekinmiyordu.
"Devam edebiliriz." dedim ve birbirlerine öfkeyle bakan iki koca çocuğa bakışlarımı çevirdim. "Değil mi?"
Kaan geri dönüp sandalyesine otururken Burak cevap olarak sadece homurdanmakla yetindi. İkisine de zerre güvenmediğimden, olası bir durumda aralarına girebilmek adına, ikisine de eşit mesafede olan masanın başındaki, annemin az önce oturduğu sandalyeye çöktüm.
Giray Bey ellerini masanın üzerinde birleştirdi ve gözlerini tek tek üzerimizde gezdirdi. "Bildiğiniz gibi ailenizin avukatı olmakla birlikte babanızın diğer işlerini de yürütmekle görevliydim. Ayrıca kardeşinizin de işlerini yürütmekle hükümlüydüm. Nisa'nın son isteği, şirketin ve ailenizin sahip olduğu maddi değerlerin dışında kalan notere götürülemeyecek bir vasiyetini temelini oluşturuyor."
Bunu idrak etmemizi beklercesine birkaç saniye duraksadı.
Babam, görünüşte yalnızca dijital bir oyun şirketinin yönetim kurulu başkanı olabilirdi, ancak bunun bir de görünmeyen kısmı vardı.
Aziz Duru çok uzun yıllardır süre gelen gizli bir yeraltı topluluğunun taçsız kralıydı.
Evinde ne kadar sakin, sevgi dolu ve şefkatli bir babaysa, tahtının üstünde de o kadar zalim, acımazsız ve yenilmezdi. Babamla ilgili tek nefret ettiğim şeydi hayatını adadığı bu seçimi. Ve kendisinin yerine geçecek varis de bulmuştu. Kız kardeşim Nisa' idi.
"Kız kardeşinizin, Nisa Hanım her birbirinize özel, yalnızca kendisinin okuyabileceği birer mektupla beraber gizemli bir oyun bıraktı. Oyun boyunca, başka haritalara ve mektuplar yönlendirileceksiniz. Son haritada ise babanızın hiçbir resmi dairede kayıtlı bulunmayan en büyük hazinesine ulaşacaksınız. Hazineye ulaşan kişi, Takipçilerin de kendisinin boşta kalan tahtının yeni varisi olacak. Oyunun kesin kuralları var. Altınıza da oyunu oynamak zorundasınız, geri çekilen olursa diğerleri de taht üzerinde hakkını kaybedecek. Sizi korumak adına, altınızdan birisinin başına gizemli bir kaza gelirse, oyun kendiliğinden son bulacak. "
Burak ağzının içinde keskin bir küfür döndürdü ve isterik bir şekilde gülmeye başladı.
" Bizim kız kardeş babası gibi son oyunu oynadı diyorsun yani. "Gözlerin zirvesini ulaştığı delilikle tavana doğru çevirdi." Cehennemden bizi izlerken de eğleniyor musun devrik kral? İstediğin kadar tahtını bizden korumayı dene, bu ölü olduğunu değiştirmeyecek."
Onu duymazdan gelerek Giray Bey'e endişeyle döndüm. Burak'ın her feveranında onunla uğraşsaydım kendi hayatıma yetişmem imkansız bir hal alırdı.
" Giray Bey siz altı kişi diyorsunuz? Biliyor musunuz bilmem ama kız kardeşimiz Aysıla hasta onun burada bu oyunu katılması ne kadar doğru sence?" diye soru yöneltim.
"Evet, Ecrin Hanım doğru diyorsunuz kız kardeşiniz hasta bunu biliyorum ama bilmediğiniz bir şey var illa oyunu oynamak zorunda değil. Sadece evet demesi yeterli."
"Anlıyorum sizi ama gerçekten böyle bir şeyi yapabilir mi?
"Evet yapabilir, Ecrin Hanım. Ancak bu tamamen sizi ilgilendiren bir husus olduğundan, sanmam ama buna uyup uymamak şahsi kanaatinizdir. Fakat bir kere oyuna girmeyi kabul ederseniz kurallar tamamen geçerlilik kazanacaktır."
" Hayır, demek istediğim... Diğerleri bunu biliyor mu?" Onlardan 'iş arkadaşı' olarak bahsetmenin bais kaçacağını düşünüyordum, ama 'takipçi' demek de kulağa oldukça absürt geliyordu." Bunu kabul edecekler mi? "
" Her konsey üyesi... "Doğru kelime buymuş gibi bastırarak söylemişti." Belli bir görev süresi sonunda kendi tahtının, ölümünden sonra ailesinden birisine devredebilir. Daha sonra o üyenin görülmesi de mümkün ve bu durumdan salt çoğunluk oyuyla konseyden ihraç edilebilir. "
Düşünceli bir tavırla sırtımı sandalyeye geri yasladım.
" Ecrin, senin takipçilerden nefret ettiğini sanıyordum. "dedi Kaan
" Ediyorum zaten. "
" Neden bu kadar heyecanlandın öyleyse? " Geçiştirircesine dudaklarımı yana doğru kıvırdım.
" Şu oyuna dönersek... "diye araya girdi Burak." Tam olarak nasıl bir oyundan bahsediyorsunuz? "
" Bunu benim açıklama yetkim yok. "Bir dosyanın içinde tuttuğu altı ayrı zarfı çıkardı ve masanın ortasında doğru itti.
" Kız kardeşiniz açıklayacak. "
Gözlerim süt beyazı zarfların üzerinde kalmışken, Burak sandalyesinden kalkıp masaya doğru uzandı.
Ancak Giray Bey, o hedefine ulaşamadan elini altı zarfı da üzerine yerleştirdi.
"Önce onayınıza almam gerek. Bu vasiyeti kabul edip oyuna dahil olduğunuzu kendi ağzınızdan duymalıyım. Vasiyet reddediliyorsa, kız kardeşinizin bıraktığı mektupları da alma hakkınız olmayacak." Zarfları yeniden kendine doğru çekti.
"Kabul ediyoruz." dedi Burak. Giray Bey, gözlerini bize doğru çevirdi.
"Vasiyetin geçerlilik kazanması için sizin de onayınızı duymalıyım."
Melike ablam da kabul etmişti. Kaan'la birbirimize baktık. Onun gözlerinde parlayan o kazanma hırsını tanıyordum. Oyun oynamayı her zaman sevmişti, onu tanıdığımdan biliyordum.
"Neden olmasın, ben de varım." Kollarını uzunlamasına masaya uzatmış bir şekilde omuzlarını salladı. Hemen arkasından Berra da kabul etmişti. Geriye sadece ben kalmıştım ve benim cevabım ise beşinin de kaderini geri döndürülemez bir şekilde etkileyecektir.
Elimde bulunan bu gücün sarhoşluğuyla, gözlerim hala zarfların üzerindeyken dudaklarım yukarıya doğru kıvrıldı. "Hiç şansınız yok." dedim. Onlar asla anlayamayacaktı, ama bu cümlenin yöneltildiği kişi kendilerinden daha çok babamdı. "Ben yokum. Kabul etmiyorum."
Burak, direk bana yönlendirdiği bir küfrü serbest bıraktı ve öfkeyle burnundan soludu.
"Bu durumun bizi de etkileyeceğinin farkındasın değil mi?" diye sordu Kaan uzlaşmacı bir tavırla.
"Evet." dedim gülümsemeye devam ederken.
"Gayet farkındayım."
"Böyle bir seçim şansım yok." Burak öfkeden kudurmuş bakışlarını yardım istercesine avukatımıza çevirdi. "Ona söyle bir şey yapamayacağını söyle. Beşe karşı bir."
Daha beş dakika önce bir birlerin boğazına sarılmaya hazırken şimdi birlik olmaları oldukça eğlendiriciydi.
"Üzgünüm." Elden bir şey gelmediğini gösterircesine avuçlarını iki yana açtı. "Bu tamamen kendi vermesi gereken bir karar."
"O zaman bizi neden etkiliyor."
"Kurallar böyle."
"Sikeyim kuralları!"
Giray Bey sabır dilenircesine iç çekti ve eşyalarını azami bir yavaşlıkla topladı.
"Size düşünmeniz için yüz altmış sekiz saat vereceğim. Bir sonraki görüşmemizde herkesin kararı aynıysa bu vasiyet çöpe gidecek ve konseye de bunu bildireceğim."
Abim seğirmeye başlayan gözleriyle dudaklarını ısırdı ve elini saçlarının arasından geçirdi.
" İyi günler dilerim. "
" İyi günler! "dedim.
Kapı kapandığı gibi Burak iki yumruğuyla masaya öyle kuvvetle bastırdı ki, kırılan hiçbir şey olmamasına rağmen kulaklarımda bir şangırtı sesi yükseldi.
" Ne yaptığın sanıyorsun sen? "diye gürledi.
" Takipçilik pek bana göre bir şey değil. " Onu çıldırtmaya yetecek kadar sakin ve pervasızdı sesim.
" Bir takipçi olmak istemiyor musun, ne ala! Oyunu oynamak zorunda değilsin. Sadece kabul et ve bize bırak. "
" Hmm... "Bu kabul edilebilir bir ihtimalmiş gibi düşünürcesine duraksadım. Dudaklarımı büzdüm ve başımı iki yana salladım." Yine de hayır diyeceğim. "
Acımadan, umursamadan, kalbimi söke söke kız kardeşim Nisa ile sevgili olmuştu. Ben gerçekten çok sevmiştim. Sevgime layık olmadığını ise çok geç anlamıştım. Şimdi görüyordum ki sevmek her şey demek değildi. Aşk basit bir şey değildi. Hoşlantı, sevmek gibi değildi.
O oğlanı hayatımdan çıkaracaktım. Kalbimden, ruhumdan, yüreğimden söküp atacaktım. Aklımdan kovacaktım. Şimdi geldiğim nokta asla tahmin etmediğim bir noktaydı. Hiçbir şey yaşamamış gibiydim. Sadece... Hissizdim...
Kaan, bendeki bu değişimi fark etmiş olacak ki keskin elaları gözlerime dikmişti.
"Aklında ne var? Neden bu kadar inat ediyorsun? Belki de Burak'ın dediği gibi bizimle eğleniyorsun?" diye sert çıkmıştı sesi.
"Belki de." Dedim oyunbaz bir gülümsemeyle
"Yine de benim tanıdığım Ecrin, bu kadar bencil değildi."
"Araya beş yıl girdi. Zaman, önünde sonunda herkesi yener ve kendisine tamamen yabancı birine dönüştürür."
Kendimden çok herkesi düşünürdüm geçmişte. Sadece herkesin mutlu olsun isterdim. Kalbim paramparça olsa da herkesin iyiliği için çabalardım. Acı tecrübeler edinmiştim. Belki de çok iyi biri olduğum için bu duruma geldim. Şimdi hiçbir şey eskisi gibi olamazdı. Elfida halam bize doğru geldi. Bir süre Elfida halamın o güzel yüzünü oyma isteğimle savaştım. Kırk yaşlarının sonunda olmasına rağmen, otuzun sonunda görünen bir kadındı.
"Sana sormak istediğim bir şey var. Buraya bunun için mi geldik bu aptal oyun için mi buradayız Elfida hala?"
Bu soruma şaşırdığı belliydi. "Neden geldiğimizi biliyorsun kelebek, Nisa'nın cenazesi için buradayız."
"Ben buraya o aptal oyun oynamak için gelmedim. Kız kardeşim için buradayım. Benim bilmem gereken başka bir şey yok değil mi?"
"Neden böyle şeyler soruyorsun ki en az senin kadar bende şaşkınım bu oyun hakkında?"
Sanırım Elfida halam hiçbir şeyden haberi yoktu. Bu konuyu daha fazla deşerek kendimi ele vermeden geçiştirdim. "Sadece buraya alışmakta zorlanıyorum. Bir de üstün üstelik takipçilerin saçma oyunu da girince burası beni bulantı. Gitmek istiyorum buradan Elfida hala lütfen?"
Elfida halam yanıma yaklaşıp bana sarıldığında bir an afallasam da kollarımı beline dolandım. "Alışacaksın Kelebek. Burası senin evin." dedi an Elfida halamdan uzaklaştım.
"Burası, artık benim evim değil."
Bir tokat gibi çarptı hatırladığım gerçek suratıma, parça parça dağıttı son dalımı. Bir zamanlar bir evim, bir yuvam, bir limanım elbette vardı. Oraya ateşe verdiler ve ben içinde yandım.
"Biraz yürüyüş yapmak istiyorum ."
"Tamam bende senle geleyim." dedi Kaan gözlerimi gözlerini dikerek tek kaşımı kaldırarak "Sadece yalnız kalmak istiyorum" dedim
"Dikkatli ol!" diye seslenmesini duymazlıktan gelip koşar adımlarla yanlarından ayrıldım.
Ne olabilirdi ki sanki?
Evden çıktıktan sonra sahile doğru giden yoldan tarafa yönelirken adımlarım temkinliydi. Her ne kadar buradan hoşlanmaya kendimi şartlasam da havanın güzelliğinden etkilenmen de edemiyordum.
Aralık ayın sonunda olsak da hava soğuk değildi, aksine ılık bir rüzgar vücudumu okşuyordu.
Ayaklarım toprak yolda sürüyerek etrafıma bakınmaya devam ettim. On beş dakikalık yürüyüşten sonra yol, ara bir sokağa döndüm.
İki tarafta evler sıra sıra dizilmişti ve bahçeleri çitle çevrilmişti, evlerin aralarındaki boşluklar çok azdı. Sahile gittiğini düşündüğüm yoldan ilerlemeye devam edip bahçeleri inceleyerek oyalanmaya devam ettim.
Bir ses duyduğumda adımlarım yavaşladı ve iç sesim, bir duvarın arkasına saklanmamı söyledi. Ne sesi olduğunu anlamak için iyice kulak kabarttım. Birisi mırıltı bir şekilde konuşuyordu ve sesi iki evin arasında kalan boşluktan geliyordu. Hemen çiftin sonunda doğru gidip başımı hafifçe eğdim.
On beş yaşlarında, kıvırcık saçlı çocuk çitlerin dayanmıştı. Yanında kendisinin iki katında olan bir oğlan siyah saçlı biri bekliyordu.
Çitlere dayanan çelimsiz çocuk, yanındakine bakmıyordu bile. Dikkati tamamen elleri ceplerinde, rahat bir tavırla karşılarındaki duran birine kilitlenmişti ve yalvarırcasına ona bir şeyler anlatıyordu. Bu sefer çelimsiz çocuğun önünde duran kişiye incelemeye aldım. Yüzünü göremiyordum fakat uzun boyluydu ve o da oldukça yapılıydı. Hepsi benden birkaç yaş büyük gibiydiler. Merakım gitgide artarken ne konuştuklarını duymak için daha fazla yaklaştım onları gizlice. Yakına doğru gelince. Karşındaki oğlan çelimsiz oğlanı azarlarken. Çelimsiz çocuğun, başını öne eğip yine mırıldanmaya başladı. "Benim onlarla bir alakam yok."
"O sefil hayatını önemsiyor olsaydın, hala yalan söylüyor olmazdın."
Oğlanın söylediğini duyunca, gözlerim kocaman olurken elimle ağzımı kapattım. Gerçek anlamda hayatıyla tehdit ediyor olamazdı herhalde, değil mi?
Çocuğu yine sarsmaya başlayınca, tüm duygularım şaha kalktı. Gözlerimin önüne Kaan ve abim geldiğinde, yumruklarımı sıktım. Abim, Kaan'a azıcık sesini yükseltse kan beynime sıçrıyordu, şu an gördüğüm manzara karşısında ise delirmek üzereydim. Koşarak oğlana yaklaştım ve beklemeden yerde gözüme kestirdiğim taşı alıp avucumda sıkarak tuttum ve o an, düşünmeden hareket ettiğim andan biri yaşandı.
"Hey! Asıl sefil insan sensin."
Kaptığım gibi fırlattım taşı, adamın kafasına tıpkı bir beyzbol topu gibi isabet etti.
"Bu ne lan böyle?"
Hızla koşup çocuğun elinden tutarak onu, oğlandan uzaklaştırdım. "Minicik çocuğa vurmaya, sarsmaya utanmıyor musun? Bir de onun hayatın için tehdit ediyorsun sefil diye senin gibi pislikler denir."
Oğlan şaşırdığı belliydi ama kısa süre sonra yüzüne küstah bir ifade yerleşirken bana doğru bir adım attı. "Benim kardeşim, istediğimi yaparım, sana mı soracağım!"
Çocuğu iyice geriye çektim. Gözlerim bir ona bir oğlana kayıyordu. "Bu oğlan, senin abin mi?"
Çocuk ses çıkarmadı ama ona baktığımda gözlerindeki cevabı görmüştüm. "Polis çağırmadan defol git buradan," dedim adama tıslayarak.
Çocuğun elinden tutup sessizce yürümeye başlamıştı ki...
"Dur bakalım."
Neden ama ya, neden?
O sırada bir ıslık çaldı. Sanki bir sürüsü vardı da onları topluyor gibiydi. "Kızım kimsen, dersini almadığın belli... Büyüklerin işine karışılmaz."
Bana doğru yürümeye başladığında, çocuğu geriye doğru çekip önüne siper oldum.
Başımı belaya sokmayacağım konusunda kendimi yüz kere uyarsam da bela beni buluyordu. Sorun değildi... Yarın yüz birinci uyarımı yapabilirdim.
Oğlan hırsla üzerime atıldığında, kenara kayıp hamleden kurtuldum ve babamın ısrarlarıyla gittiğim Muay Thai dersinde öğrendiğim gibi... Tekmemi, oğlanın suratına geçirdim.
Her ne kadar kısa sürede sıkılıp dersi bıraksam da bir şeyler kapmış olduğum, oğlanın sağa doğru sendelemesinden anlaşıyordu. Elini çenesine koyarken gözleri fal taşı gibi açılmıştı.
O sırada sokağın diğer ucundan koşan on sekizli yaşlarda iki genci görünce, "Şuna dersini verin!" diye bağırdı.
Onların, oğlanın yardımcıları olduğunu anladığım an, elinden tuttuğum çocuğu da çekiştirmeye başlamıştım. "Haydi, benimle gel! Söz veriyorum, seni bunlardan kurtaracağım. Bana güven."
Çocuk önce tereddüt etse de onu o kadar çekiştirdim ki sonunda bana ayak uydurmak zorunda kaldı. Kahverengi gözlerindeki bakış, o an içime işlemişti. Şu an çok tehlikeli bir işe bulaştığımı ve bunun, her an benim sonum olabileceğini biliyordum ama ben, hep böyleydim zaten. Sonuçları pek düşünmezdim, bunun iyi bir şey olmadığını biliyordum. Elfida halam da bana bu yüzden çok kızardı.
Çocukla beraber diğer sokaklardan birinin içine girdik ve apartman girişine geldiğimizde onu yanıma çekip elimle ağzını kapattım. Oğlan ve iki genç, hızla koşarak apartmanı geçtiler, bu da derin nefes vermemi sağladı.
Bir süre sessizce bekledik. Bir hareketlik dumayınca çocuğu kendime çevirdim.
"Adın ne?" diye sorduğumda öylece bana baktı. "Ben Ecrin," dedim onu konuşturmak adına.
"Yiğit."
Dudaklarımı oynatarak ses çıkarmadan, "Memnun oldum, Yiğit," dedim.
Onu rahatlatmak için hafif gülümserken kot pantolonumun cebinden telefonumu çıkardım ve Kaan'ın ismini tuşladım. Daha ilk çalışta açtığında sesi gene her zaman gibi alaycı geliyordu.
"Sonunda beni özledin değil mi? Kelebek." diyerek güldü.
"Şu an yeri değil zevzeklik yapmanın, Kaan. Eğer bana dediğin gibi değer veriyorsan, benim için bir şey yap."
Ona adresi verip apartmanı da tarif ettikten sonra Yiğit'i alması için talimatta bulundum. Onayladı, ama elbette beni sorguya çekmeye çalıştı.
"Sonra, Kaan. Şu an başımız dertte, acele et!" Telefonu kapattıktan sonra çocuğa döndüm.
"Pekala, Yiğit. Şimdi beni iyi dinlemeni istiyorum." Bana bakmaya devam ederken, planı kafamda işledim. "Şimdi ben apartmandan çıkacağım, ama sen burada kalacaksın tamam mı? Benim arkadaşım seni almaya gelecek. Ona güvenebilirsin, söz veriyorum."
Çocuk bir anda elime yapıştı. Onu bırakacağım sandığını anladım için yatıştırıcı bir tonla karşılık verdim. "Söz veriyorum," diyerek elimi yumruk yaptım.
Bir an yumruk yaptığım elime baktı. Uzun bir tereddüttün ardından o da elini yumruk yaparak elime doğru uzattı ve yumruk yaptığımız eli tokuşturtuk.
"Tekrar görüşürüz," dedim son kez güvence vermek adına. Kir içindeki yüzüyle bana hafifçe gülümsediğinde, kalbim sıkıştı. Ona son kez bakıp belimdeki bağladığım kapüşonlu hırkamı üstüme giyindim kapüşonu başıma geçirip apartmandan çıkarak sol tarafa doğru ilerledim.
Diğer sokağa döndüğümde, o sokağın başında oğlanlar ortalığı tarıyorlardı. Bir tanesi beni görüp, "Abi burada!" diyerek bağırdı.
Ayaklarım kendiliğinden harekete geçerek arka arka gitmeye başladılar. Evimin iki sokak ilerideydi, eğer düşündüğüm yerde bir kestirme varsa eve daha kolay ulaşabilirim. Hemen arkamı dönüp diğer tarafa koşmaya başladım. Öncelikle onları kolaylıkla atladığım duvarlar sayesinde şaşırttı ve hızlı koşmanın avantajını sonuna kadar kullandım
Tam köşeyi döndüğümde ağzımdan bir küfür savruldu.
Sokağın sonundaki duvar oldukça yüksekti ve oraya çıkmanı imkânı yoktu. Yine de bu beni durdurmadı ve duvarın önündeki çöp konteynırını fark edince hemen hızla koşmaya devam ettim ve konteynırın kapağını kapatmaya çalıştım.
O sırada içinden üzerime atlayan bir şey yüzünden çığlık bastım. Gözlerimi kırpıştırarak atlayan şeye baktığımda... Bir kediyle göz göze gelmiştik.
"Lanet kedi!"
Kedi minicik bedeniyle titreyerek konteynırın dibine oturdu ve bana bakmaya başladı.
Pekâlâ... Şu an önceliğin kaçmak Ecrin... Çifte yardımseverliğin yüzünden gebereceksin!
Konteynırın kapağını kapatıp geri geri yürüdüm. O sırada ister istemez gözüm yine sarman kediye kaydı. "Bak, sana öyle bağırdım için üzgünüm tamam mı? Şimdi çek o gözlerini üzerimden."
Kediyi boş verip derin derin soluklandım ve tam koşacağım sırada kedi birkaç adım atıp yine poposunun üzerine oturarak tam görüş açıma girdi. Bana sevecen bir ifadeyle bakmaya devam etti.
Bıkkın bir şekilde oflarken ona doğru ilerledim." Pekâlâ, şapşik, gel buraya."
Kediyi bir elimle tutup kaldırdım ve konteynırın kapağının üzerine koydum. Aranda bende geri geri ilerleyip derin nefes verdikten sonra koştum ve çevik bir hareketle konteynırın üzerine atladım. Kediyi de tekrar elime alıp duvarın üzerine koydum.
" Sakın düşeyim deme."
Bende bir elimle tutunup duvarın üzerine çıktım ve tekrar kediyi tekrar elime alıp ayakta dikildim. Bacaklarım bugünkü adrenalin etkisiyle tir tir titriyordu.
O sırada sokağın başında oğlan bağırdı. "Gel buraya, sürtük."
Allah kahretsin!
Diğer tarafa baktığımda yüksekliği görünce nutkum tutuldu. Sokağın sonundaki bir kaç barın müzik sesi geliyordu. Benim evin bahçesini bu yükseklikte görüyordum. O sırada gözlerim aşağıda hareket eden birine takıldı.
Aşağıdaki kişi her kimse sigarasını içmek için sakin bir alan tercih etmiş olmamalıydı.
Saçlarını değil, sadece kapüşonunu görebiliyorum. "Hey sen!" diyerek seslendim.
Beni duymadı.
"Hey buradayım!" dedim tekrar tepeden ona bağırırken. İşitme sorunu mu vardı acaba?
Bir an sigarası dudağından çekip dumanı üflerken etrafına bakındım, fakat dönüp bana bakmadı. Sokak çetenin lideri pis oğlan sesi aşağıdan gelince paniklemiştim, bunu hisseden kedi bir anda elimden aşağı atladı.
Ups.
Kedi oğlanın -oğlan olduğu fiziğinden belliydi- kafasına yapışırken ben de atlamak için hazırlandım. Aşağıdaki debelenip kediyi kafasından çekerek yere düşürdü. Kedinin bir zarar görmediğini fark edince rahat bir nefes verdim. Başka zaman olsa bu gösteriye oldukça gülerdim, ama şu an titreyen bacağımı kontrol etmeye çalışıyordum.
Oğlan önce hızla kediye baktı, ardından başı aynı hızla yukarıya doğru çevrildi. Tam yüzüne bakacağım sırada, arka taraftan sesi gelen oğlanı görebilmek için başımı çevirdim. Konteynırın üzerine çıkmıştı.
O an bacaklarım titredi ve... Siktir.
Duvardan aşağı düştüm.
İçimden bir ses, bugün şans benden yana olduğunu söylüyordu çünkü düştüğüm taraf, pis oğlanın olduğu taraf değildi.
Kapüşonlunun olduğu tarafa düşmüştüm.
Bir anda belim ve bacaklarımı altına dolanan kollar tarafından yakalanınca da şanslı olduğuma daha çok emin olmuştum.
Kaan bu hikayeye bayılacaktı.
Nefes nefese kolumu oğlanın boynuna atıp, şu an konforun keyfini çıkararak o duvara çıkmak için fazla iri adama bağırdım. "Hadi oradan atla da görelim, Zotirik!"
O sırada yüzümün dibindeki dudaklardan sert bir nefes bana çarptı.
Ah.
Doğru ya... Şu an birinin kucağındaydım.
Başımı ağır bir çekimde beni yakalayan kişinin yüzüne çevirdim. Ölümcül derecede çatılmış olan kaşların eşlik ettiği koyu renk gözler, dik bir şekilde bana bakıyordu.
Bir an öylece göz göze geldik.
O, kaşlar iyice çattı.
Ben, kaşlarımı yukarıya kaldırdım.
O sırada duvarın diğer tarafından sesler duyuldu. "Duvardan atladı, gidin yakalayın!" Pis oğlanın yardımcılarına bağırarak talimat verdiğini duyunca büyü bozuldu ve oğlanın kucağından atladım.
"Koş!" diyerek fısıldayıp onu kolundan tuttuğum gibi onu çekiştirdiğimde muhtemelen afallamış halde olduğu için karşılık verdi. Çünkü normal şartlarda bunu yapabilmem imkansızdı. Yere ayak bastığımda fark ettiğim şey ; dev gibi olduğuydu.
Biraz ilerde ki konteynırın yanında durup üzerimdeki kapüşonu hızla çıkardım Onu da insanüstü bir hızla sıyırarak çıkardığım sırada ne yapmaya çalıştığını anlamak ister gibi beni izlediğini görebiliyorum. İşim saniyeler içinde bitince ona döndüm.
"Ah doğruya saç tokası!" diyerek mırıldanıp, saç tokasını saçımdan çıkardım ve gür saçlarım savrularak omuzlarımdan aşağı döküldü.
Yerdeki kapüşonlu hırkayı çöp konteynerine fırlattıktan sonra, aksiyon filmindeymiş gibi hissederek soğukkanlı bir ajan misali kamufle taktiği uyguladım.
Bir adım attım ve bir adım daha... Rüzgâr saçlarımı dans ettirdiği de, dudaklarım onlara eşlik edecek bir melodiyi mırıldanmak istiyor gibi kıpırdadı. Ellerim, bilinçsizce havaya kalkıp çocuğun yanağına dokunduğunda, bedeni kaskatı kesildi. Tam o sırada hafifçe geriye düşen kapüşonu sayesinde yüzü açığa çıktı ve yüz yüze kaldık.
O, bana baktı.
Ben, ona baktım.
Sanki ikimiz için de anlaşılmaz olan bir diyalog geçti aramızda fakat bu beni durdurmadı. Yapmam gereken şey den şaşmadan parmak uçlarımda yükselerek yüzüne yaklaştım ve...
Onu öptüm.
Sakın itme. Sakın. Sakın. Sakın!
"Nereye gitti bu? Yer yarıldı içine mi girdi, ne yaptı?"
Gençlerin yanımızdan geçtiğinde ve aralarında konuştuklarını fark ettiğimde nabzım, atmayı kesmişti. Ya da... Dudaklarımın dokunduğu kıpırtısız dudaklar yüzünden nabzım, atmayı kesmişti. İkisi de olası görünüyordu.
Kokusundaki odunsu misk noktaların ahengi, etrafımda dolaştığında nefes almak ister gibi geri çekildim fakat dudaklarımız hala birbirlerine dokunuyordu.
Peşimdeki çocuklardan birinin, "Baksana şunlara, bu gece iş var desene," dediğini duyabiliyordum ama aklımı oraya vermem, birkaç saniye için mümkün olmadı. Çocukların ikisi de gülerek koşmaya devam etti.
Gittikleri zar zor fark edip kendimi geri çektiğim de nabzım, bu sefer ters istikamet yapıp deli gibi atmaya başladı. Usulca arkama bakış attım, çocuklar yoktu. Bu farkındalık, neredeyse neşeyle yerimden sıçramama neden olacaktı.
Şans, bugün kesinlikle benden yanaydı.
Ben arsız arsız sırıtırken sıcak bir nefes yanağıma çarptığında, yine düşünmeden uyguladığım pozisyonun farkına varmıştım. Başımı, yapışık durduğum çocuğun yüzüne yavaşça çevirdiğimde sırıtışımla da yavaşça kaybolmuştu.
Koyu renk gözleri, beni olduğum yere mıhladı. Sessizliği o kadar ürkütücüydü ki bir an ne yapacağımı bilmeyerek kalakaldım. Ben, biraz önce ne yapmıştım?
Her zaman düşünmeden hareket ediyorsun, Ecrin. Bir gün, başına bu yüzden bir bela alacaksın ve ondan asla kurtulmayacaksın.
Elfida halamın sözleri zihnimde çınlarken, kulaklarımda başka bir ses yankılandı.
"Ecrin!"
Gözlerimi kapatıp bunun gerçek olmamasını diledim, fakat kaçınılmazı geciktirmenin anlamı yoktu. Umutsuz bir şekilde başımı arkaya çevirdiğimde, öfkeli bir ateşle göz göze geldim.
"Kaan?"
Pekala, lafımı geri alıyorum. Şans, bugün kesinlikle benden yana değildi
ŞİMDİ OKUDUĞUN
OYUNU BOZUYORUM (Kitap Oluyoruz)
Misterio / SuspensoEcrin Duru, beş sene sonra kasabaya döndüğün de hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Kirli oyunlar dönüyordu. Herkes bu oyundaydı. Sırların ardına gizlenmiş ailesi bile... Peki kız kardeşi Nisa bu oyunda yeri neresindeydi? Peki gerçekte neydi o...