Denizaltı yorucu bir görevden sonra limana yanaşıyordu. Hepimiz yorgunduk ve dinlenmeyi bekliyorduk. Hava sisli, yağmurlu özetle deniz üzerindeki bizler için kötü bir durumdaydı. Güvertedeki kimse yolu göremiyordu. Arkamızdaki uçsuz bucaksız deniz sisle birlikte bilinmez haline gelmişti. Jisung ile birlikte güvertedeydik.
"Minho. Burası, biraz korkutucu gelmeye başladı iç açıcı değil. İçeriye geçebilir miyiz?" diye sorana kadar.
"Tabi sevdiğim. Kendini nasıl rahat hissedeceksen." dedim gülerek. Utanarak baktı.
"İnsanların içinde söyleme diyorum. Yanlış anlaşılacağız."
"Nasıl yanlış anlaşılacağız ya. Kardeş mi sanacaklar bizi? Bal gibi de sevgilimsin, sevdiğimsin işte." diyerek saçlarını öptüm.
Geminin içine geçtik. Jisungla ekip arkadaşı olduğumuzdan beri birbirimizden hoşlanıyorduk. Başlarda inkar etsek de bu uzun görev birbirimize kavuşmamızı sağlamıştı.
"Durumlar nasıl Minho?" diye sormuştu Chan. Bu görevin kumandanı ayrıca sıkı dostumdu.
"Sisli ve yağmurlu hava. Belki yakında fırtına gelir." dediğimde Jisung'un gözleri korkulu bir şekilde büyümüştü.
"Tabi biz o zamana kadar limana varmış oluruz." dedim yatıştırarak.
"İyi dikkat edin." diyerek gitti.
"Emin misin Minho? Fırtınaya yakalanmayacağız değil mi?" dedi oturduğu için aşağıdan bakarak.
"Evet güzel yüzlüm. Limanda olacağız, dinleneceğiz. Karadaki herkese birlikteliğimizi söyleyeceğiz." dedim ona sarılırken.
"Minh-"
Büyük bir ses ve sarsıntıyla sözü kesilmişti. Herkes panik olmuştu. Neydi? Ne olmuştu?
Biz hala panik halindeyken Chan bizi alıp geminin içindeki torpidoya itmişti. kendisi ise dışarda kalmıştı.
Batıyorduk.
Chanın güverteden kurtardığı 5 kişi olanı anlatmıştı.
"İsveçlilerin şilepine çarptık. 2 kişi pervaneye takılarak, bir kişi ise boğularak can verdi. Komandanımız son anda kurtardı. Başımız sağolsun."
"Başımız Sağolsun."
Her şey 3 saniyede olmuştu. Torpidodakilere bir göz attığımda, en rütbeli kişi bendim. Chan'a üzülmek yerine burdakileri, sevdiğimi kurtarmalıydım.
Güç bela bir şamandırayı yüzeye fırlattım. İçindeki telefon kablosuyla merkezle iletişime geçmeye çalıştık.
Durumu anlatıp çok acil yardım istedik.
Torpidoda 22 kişiydik. Bazıları ölümü çoktan göze almış sessizce oturuyor, bazıları türkü söylemeye hazırlanıyor.
Herkesi kontrol ederken merkezden cevap geldi.
"Gerekmedikçe konuşmayın, türkü söylemeyin ve sigara içmeyin!"
Anonsu herkes duyunca derin sessizlik oluştu. Merkezin bu anonsundan sonra ben dahil herkesin içinde bir umut oluşmuştu.
Jisung'un yanına gidip mimiklerimle nasıl olduğunu anlamaya çalışıyordum. Köşede dizlerini kendine çekmiş dolu gözleriyle bakıyordu bana.
Gözlerinde her manzarayı görürdüm. Mutlu olduğunda ben de mutlu olurdum. Hayal kurduğunda gözlerinde o hayali yaşardım. O kadar berraktı gözleri.
Fakat şimdi karanlıktı. Umutsuzdu. Onun gözleri dolu doluydu. Benimkiler de doldu. Sarıldım. Bırakmak istemediğimi hissettirerek sarıldım.
Saat zaman kavramını yitirmiştik.Aramızda ölenler oluyordu. Açlıktan, susuzluktan, ümitsizlikten...
Can veriyorlardı gözlerimin önünde ve ben diğerleri etkilenmesin diye onlari bir köşeye dikkatlice yığmaktan başka bir şey yapamıyordum.
Bir müddet daha geçmişti. Belki gün olmuştu bilinmez. Jisung iyi değildi.
Ağlamaktan bitkin düşmüş, sussuz ve açtı. Ölen insanlar -ki bazıları yakın arkadaşlarıydı- onu çok etkilemişti Yorucu bir görev üstüne iyice yorulmuştu. Onu gördükçe ben bitkin düşüyordum. Chan'ın bana bıraktığı kumandanlığı sebep göstererek kendimce dik duruyordum.
Yine de sevdiğimi bu halde görmek kalbimi söküyordu. Acıtıyordu ve bana "Keşke güvertede kalsaydık da ilk biz ölseydik." dedirtiyordu.
Bu acı tarif edilemezdi. Dalıp gitmişken Jisung çağırdı. Elinde bir defter, bir kalem yazdığını gösterdi.
"Aşkım. Bana böyle seslenmene kızdığım için özür dilerim. Seni seviyorum. Keşke seninle sevgili olduğumuzu cümle aleme duyurabilseydim. Ama sen kurtulduğunda söyle. An beni. Mezarımı süsle."
devamını okuyamadım. Gözlerim dolmuştu, ağlıyordum. Jisung da ağlıyordu. Kafasını sallayıp kağıdı gösterdi. Devamını okuyamayacak kadar acıyordu kalbim ama sevdiceğimin son sözleriydi.
"Sen kurtalacaksın. Benim için üzülme. Sen her zaman benim sevgilim olacaksın. Burada anlatamasam da kabirimde seni anlatacağım. Kahverengi gözlerinin derinliğini, sende kaybolduğumu, öpüşünün ne kadar yumuşak olduğunu ve beni ne kadar çok sevdiğini oradakilere anlatacağım. Her zaman yanında olacağım. Seninle sevgili olmayı daha yeni tadmışken, ölmek zorunda kalmak kalbime bin bıçak sokup çıkartıyor sanki. Öldüğüme değil de, seninle daha fazla sevgili olamadığıma yanıyorum. Evet sevgilim, üzgünüm. Ben ölüyorum."
Ağladım. Hiçbir şey yapamadan sadece sarıldım. Bu ona son sarılışım olduğunu net bir şekilde hissettiriyordu. Sıkıca sarıldı bana. Onu bırakmak istemeyerek ben de ona sarıldım.
Ve birden beni bıraktı. Biliyorum, biliyorum bunu istemsiz yaptı. Ölüm olmasaydı, beni asla bırakmazdı.
O sırada merkezden bir anons daha duyuldu. Bizi gören askerler iyice hüzünlenmişti ki anons sesiyle hepsi yerinde dikilmişti.
"Askerler. Rahatça konuşabilir, türkü söyleyebilir, sigara yakabilirsiniz."
Bitmişti. Herkes sessizliği sürdürürken birinin başlattığı ağlama tufanı herkese bulaşmıştı. Bense sevgilime sarılırken bağıra bağıra ağlıyordum.
Bir süre sonra herkes tekrar susmuştu. Bazıları türkü söylüyordu, bazıları ise son sigaralarını yakıyordu.
Chan'ın sevgilisi olarak bildiğimiz asker Seungmin omzuma dokunup burukça gülümsedi.
"Her şey buraya kadarmış kumandan, birer cigara yakalım mı?" dedi.
Uzattığı sigarayı aldım ve içerken bunları yazıyorum.
Chan'ın asla unutulamayacak kahramanlığını, askerlerin cesaretini ve sonuna kadar olan dayanıklılığımızı görsünler istedim.
Ben de ölüyorum sevgilim. Senin yanına geleceğim ama yine de buradaki herkes bizim sonsuz aşkımızı bilsin diye yazıyorum. Senin saflığını, masumluğunu ve bitmeyen mutluluğunu bitiren bu olayı ama yine de bitmeyen aşkımızı öğrensinler istedim.
Son cigaramı da yaktım. Yanına geliyorum.
- 2. Kumandan Lee Minho
ŞİMDİ OKUDUĞUN
birer cigara yakalım mı?
FanfictionAh bir ataş ver cigaramı yakayım türküsünün hikayesinden esinlendim gidip araştırabilirsiniz oneshot👍🏻