3.Bölüm
"Ne saçmaladığının farkında mısın sen! O Atalay'ın saçma partisine falan gelmeyeceğim."
Işıl'ın 'Tamam mı dedim?' tribine karşılık kafamı sallayarak onayladığım şey meğer trip değil, beni de partiye götüreceğini ikna etmek için dil döktüğü birkaç cümleden sonra gelen tamam mıymış. Hatta o sırada kafasında bana yaptığı kombini bile anlatmış ama ben bir çift kahveye daldığım için onu kati suretle duymadığım için anlamında başımı sallamışım.
"Ya maviş baksana bizim çocuklar bile hazırlığa yardım etmiş. Zaten annende bizde kalmana izin verdi. Bir iki saat dururuz sohbet muhabbet falan. Sonra Tahalar bizi eve bırakır. Geç de kalmayız, yalnız da dönmemiş oluruz."
Telefondaki fotoğrafı gösterdiğinde elinden alıp incelemeye başladım. Fotoğrafta Atalay'ın ellerinde ve kafasında parti şapkası vardı, Ege'nin ağzında o düdüklerden ve gözünde Party yazan gözlüklerden, Atalay'la Ege'nin arasında duran kızın elinde pasta yaptığını belli eden bir kek hamuru vardı. Etraflarında başka birkaç kişi daha poz vermişti. Fotoğrafın üstüne ekledikleri açıklamadaysa 'Hazırlıklar başladı. Siz nerede kaldınız?' yazısı ve birkaç emoji daha vardı.
Fotoğrafı biraz daha incelediğimde arkada süslemeleri asan kişiye gözüm takıldı. O da partideydi. Daha önce bu partilere pek gittiğini görmemiştim ama sanırım bu da sınıf değiştikten sonra gelen yeni özelliklerinden biriydi.
"Belli oldu sen susmayacaksın ne zaman çıkıyoruz?"
----
Aynanın karşısına itilerek geçtiğimde isteksizce kendime baktım. Üzerimde son düğmesine kadar iliklenmiş benekli bir gömlek vardı. Sol omzumun üzerinden örülmüş olmasına rağmen hala uzun olan saç örgüm geliyordu. Kuaförden erkek Alya olarak çıktığım son maceramdan sonra hiç gitmemiştim. Kısalması gerekirse kendim hallediyordum.
Bakışlarımı üzerimde devam ettirdiğimde gömleğimi içine doldurduğum eteğime baktım. Suni deri bir etekti. Havalar ufaktan serinlemeye başladığı ve giydiklerimi daha şık göstereceği için siyah çorap ve botlarımla tamamdım. Yani en azından benim nazarımda eksik bir şey yoktu.
Işıl'a baktığımda o da benim gibi giyinmişti. Sabah gösterdiklerinden vazgeçmiş renkli bir salopete karar vermişti. Saçlarını düzleştirmeyi bitirdiğinde masamın önüne geçti ve makyajıyla ilgilenmeye başladı. Bense o kadar uğraşmak istemediğimden sadece siyah göz kalemi, rimel ve allık üçlüsüyle konuyu kapattım.
"Otur bakalım sıra sende."
"Hayır hayır hiç gerek yok. Ben böyle gayet iyiyim, teşekkür ederim." desem makyaj çantasından ruj çıkartıp çoktan uzatmıştı bile.
"Kansızlıktan dudakların zaten bembeyaz. En azından birkaç kez dokunduralım. Söz veriyorum göze batmayacak."
Dediğine uyup uzattığı ruju aldım ve sürdüm. Adını bilmediğim doğal tonlardan biriydi. Düşük omuzlarımla topuklarımın üzerinde dönüp ona bıkmış bakışlarımı yollarken o bana genişçe sırıttı. "Sabahlar olmasın maviş! Unutmayacağımız bi gece olsun."
---
Taksiye ücretini ödedikten sonra devasa kapıdan içeriye girdik. Daha doğrusu girmeye çalıştık. Son sınıfların aksine alt sınıflardan ve Atalay'ın kendi çevresinden birileri daha gelmiş olacak ki kalabalıktan zor adım atılıyor. Çok şükür apartman dairesinde değil müstakil bir evde oturuyorlardı da gecenin bir yarısı komşunun biri elinde merdaneyle partiyi basmayacaktı.
Yani umarım basmaması için tek sebep alt veya üst kat komşusu olmaması olur.
Zaten zar zor adımladığım koridorda birisi omuzuma çarpınca refleksle dönüp özür dilemedim. Bana çarpan birisinden ben özür diledim evet. Gözlerimi devirip Işıl'a baktığında kollarını iki yanda açarak omuz silkti ve ger geri gitmeye başladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sağır Edici Sessizlik
Художественная прозаKimse bilmez doğan güneşin kendisi için acı mı, mutluluk mu, korku mu taşıdığını. Fırtına olur, şimşekler çakar. Ardından bulutlar geçer, güneş açar. Belki bir gökkuşağı oluşur. İçinde taşıdığı tüm renkler beyazdan çıkar ve siyaha döner. Dalgalar kı...