Siyasi düşünceler, saçma algılar, düşüncesiz fikirler, aldatan cümlelerin oluşturduğu bu ülke iyice batmış, artık ne babalar iş bulabiliyordu, ne de yıllarca okuyup sadece bir kafe çalışanı olan gençler. Bu bataklığın içinde daha çok batmamak için kıvranmayıp, artık umursamaz birine dönüşenlerden biri de Aleda idi. On dokuz yaşında olan genç kızın büyük bir eğitim hayatı olmuştu. Edebiyatta kalıcı bir ünü vardı. Şiirler, denemeler, kitaplar bile yazmıştı. Fakat bu süreç hep böyle ilerlemeyecek idi.
İsmi duyulunca dedikoduya çıkan küçük bir mahallede yaşıyordu. Herkes birbirini tanıyor, bir aile gibi yaşıyorlardı. Aleda kısa bir zaman önce evden ayrılıp yeni hayatını yaşamak için ailesinden ayrı bir şehre taşınmıştı. Eğlenceli olacağını, bir sürü arkadaşlar edinip, sabahtan akşama kadar kafelerde eğlenceğini düşünüyordu. Güzel bir iş kariyerinin hayalini kuran Aleda, bu kadar güzel bir iş kariyeri olmayacağını fark edeli uzun süre olmamıştı. Sözde eğleneceği kafede şuan bir garson olarak çalışıyordu. Evet, en büyük üniversitesitelerde okuyan Aleda, şehrin yarısı kadar büyük olan bir kafede çalışıyordu.
"On altıncı masaya baktın mı?" Diye sordu garsonlardan biri. "Evet, baktım. İki tane kahve, hemen." Kahverengi, kıvırcık saçları birbirine girmiş, ordan oraya koşmaktan ter içinde kalmıştı. Günlerden cumartesi olduğu için kafe tıklım tıklımdı. "Bakar mısınız?" Dedi masadan iki genç erkek. "Buyrun," dedi Aleda. Saçını başını düzeltti, "ne alırdınız?" Defterini çıkarmış, iki gence bakıyordu. Ortalama on yedi yaşlarındalardı. "Menü alabilir miyiz?" Dedi gençlerden biri. Aleda cevap vermeden içeri doğru koştu. O sırada fark ettiki, menüler yerinde yoktu. "Menüler nerde?" Sordu çalışanlardan birine. "Yan koridordaki depoda vardır." Diye cevap verdi ismi David olan adam. Hızlı bir şekilde depo odasına doğru koştu.
Koridora girdi. Kapkaranlık, hiçbir şey görünmüyordu. Işık düğmesi var mı diye yokladı duvarı. Düğme falan yoktu. Arka cebinden çıkardığı telefonunun ışığını açarak koridora tuttu. Koridor upuzundu. Arkasından kapıyı kapatıp ilerlemeye başladı. Korkunç bir koridordu. Bu yeri ilk defa gördüğüne yemin edebilirdi. İlerledi, ilerledi. Ama iş arkadaşının söylediğinin aksine ne bir kapı vardı, ne bir pencere. Sadece çalışmayan loş ışıkların sesleri geliyordu o kadar. Işığı etrafa tuttu. Bu koridorun bu kadar uzun sürmesi saçmaydı. En iyisi geri dönmekti. Aleda arkasını döndü ve bu sefer o tarafa doğru koşmaya başladı. Geç kalmıştı ve gençlerden çoktan siparişleri alması gerekiyordu. Son gücüyle koştu. O sırada telefonunun düşmesiyle duraksadı. Yüz üstü düşen telefondan "çıt" diye bir ses geldi. "Olamaz." Dedi Aleda. İyice sinirleri bozulmuş bir şekilde yere eğildi, dua ede ede telefonu yerden aldı. Yere düştükten sonra kapanan telefonun flaşı da kapanmıştı. Aleda telefonu eline aldı ve ekrana baktı. Ama karanlıktan boşver telefonu, kendi elini bile görmesi güçtü. "Ne yapacağım şimdi?" Dedi kendi kendine. İyice korkmaya başlamıştı. Titreyen dizleri durmuyordu. Ne tarafa doğru gitmesi gerektiğini bile unutmuştu. Şansını kullanmayı denedi ve sol tarafında kalan yola doğru koşmaya başladı. İlerledi, ilerledi, ilerledi. Koridor bitmiyordu. İlerledikçe daha çok korkunçlaşıyordu. Sanki biri onu kovalıyordu.
Bir ses duyuldu. Bu da ne? Bir saat sesi mi bu? Etraf bulanıklaşıyor, etraf alev alıyor. Ateş sesleri yayılmaya başlarken çalar saat sesi durmuyor...
"Ha!" Aleda nefes nefese, ter içinde yatağından fırlıyor. "Sadece bir kâbusmuş. Şükür." Diyor Aleda kendi kendine. On dakikadır yanında gıcık bir sesle öten çalar saati sinirle duvara atıyor Aleda. Zaten gördüğü bu iğrenç kâbus yüzünden ter içindeydi. Yanındaki masada duran telefonundan saate baktı. Saat çoktan dokuz olmuştu bile! Aleda üstünden yorganı hızlıca attı. Dolabından kalın bir kazak, tayt ve üzerine bol kot pantolon giyerek odadan çıktı. Kıyafetlerinin renklerinin hiç uyumlu olmadığını ta apartmandan çıkınca anlamıştı. Oflayarak yürümeye devam etti. Saçından haberi var mıydı acaba?