Herkesin içinden çıkmak için çırpındığı, çırpındıkça daha çok gömüldüğü o hayat çukuru. Adaletin yokluğu ve sefaletin hükmü. Gündüz saklanan ve gece açığa çıkan gözyaşları, can yakan insanlar, sinir bozan insanlar, kanayan geçmiş, dünün gidişi, yarının seslenişi, bugünün bitkinliği, yıllara süren ömürler, bir gün yaşayan kelebekler, zamansız ölen anneler, ölmeden ölen babalar, çok bekleten umutlar, yarım kalan rüyalar, gerçekleşmeyen hayaller, hayalden öte gerçekler, yalandan ibaret hayatlar, yaşlanmış bedenler, ölü ruhlar, küllükteki izmaritler, pastalardaki yeni mumlar, masadan eksilen insanlar, kalp ve kalbin kopuşu, çığlık çığlığa bir ruh ve sessiz dinleyen beden, kağıttan ibaret gelecek, şeytanların dansı, meleklerin azabı, kopmuş bağların yanında çekmeyen internet, ilaçlar, ilaç olduklarımız ve ilaç saydıklarımız, tanrının adaleti, insanın cehaleti, iblisin cesareti ve yeryüzündeki asıl iblisler. Ne iç karartıcı değil mi? yara ve yaradan vazgeçiş
Oysa hayatlara doymamak lazım. Bazen bir kaç bulutun süzülüşü, kedilerin mırıltısı, saçının kızılı yapraklar, kitaplar, şarkılar ve bir sabah kahvesi...
Hep seni hatırlatır bana. Sen en büyük yaramsın. Nefes alıyorsan sen, ben yaşarım bu sefil hayatı. Ben yarayı kabulleniyorum ve yara için yazıyorum