bir nasihat gibi bu sancılı hasret

365 35 17
                                    

tw! angst

...

İnce keten kıyafetler, soluk bir beniz, o solgunluktan süzülen tuzlu şakak damlası, yirmi altı yılın en çekilmez ağustosu. Mevsimin sıcağından mıdır yoksa içinde büyüyen bıçkın alev midir dünyayı üzerine üzerine yürüten. İşin aslı sönmemiştir, aylar evvelindeki cayır cayırlığıyladır hâlâ o işgüzar yangın.

Elini pınarından itibaren keskince gezdirip ılık terini savuşturdu Seungmin, ense diplerinde boncuk boncuk olmuş damlalara karışası yoktu. Kendiyle savaşası da yoktu, zaten olsaydı onca yolu tepemezdi, olsaydı bağrına dağları basar yine de dört duvarlı bunalımından ödün vermezdi. Fakat olmuyordu, bir parça hatıradan medet umması lazımdı, nefes alması lazımdı.

Adımlarını yavaşlatıp bulunduğu yemyeşil ovanın temiz havasını doldurdu ciğerlerine, gözlerini kapattı. Birkaç metre ilerisinde büyükçe bir göl dalgalanıyor, sesi kulağını okşuyordu. Kapalı gözlerini açma gereği duymadan yavaş yavaş ilerlemeye başladı. Parmakları üzerindeki kırık beyaz gömleğin düğmelerini çözdü bu sırada, gölün yamacına varmaya ramak kala omuzlarından ittirip çimenlerin üzerine düşürdü. İncecik bir rüzgâr yelledi omuzlarını, bir anlığına bedeni ferahladı sonra, gözlerini aheste aheste araladığı zaman, yalazlandı yeniden.

İleride, gölün tam da en tatlı derinliğinde yarım bir beden. Geniş omuzlu, süt tenli, bir anlık düşkünlükle ilah sureti sanılabilecek gencecik bir adam. Seungmin bu gaflete düştü.

Çimenlerin üzerinde biçare gömlek öyle salınadursun, Seungmin de ayakkabılarını çıkarıp gölün içine adımladı. Çıplak ayaklarına vuran serin suyla tüyleri ürperdi, pantolonunun paçaları ıslandı, üzerindekini çıkarıp altındaki kıyafetini görmezden gelmek tam da onun yarım akıllı şanına yakışır bir hareketti. Acelesi vardı, bir an önce bu sığlığı aşıp kasıklarına dek suya batmalı ve içindeki ateşi dindirmeliydi, kaçarı yoktu.

Adeta yara yara yürüdüğü suyun sesi duyulmayacak türden değildi. İşitiyordu fakat tepkisizdi hâlâ, omuz omuza gelmekti dudaklarının kilidini aralayacak anahtar, fakat onun da engeli vardı. Diyeceği bir şey varsa da daha ilk temastan ket vurulmuştu. Sımsıcak güneşin altında iki adam, kimin kimden fazla kavrulduğu bariz.

Seungmin, yanına varır varmaz Minho'nun boynuna sarıldığında belki de uzun süredir ciğerlerine soluk yettirebildiği ilk an olmuştu. Düş mü gerçek mi olduğunu ayırt etmeye bile yeltenmedi, duyduğu kokuyla yetindi, evinden çıkıp yine evine dönmüşçesine bir kokuydu. Öyle sağlam, öyle emin.

"Seungmin..."

"Konuşma," kestiği lafın devamını içten içe merak eden zihninin bir parçasını kenara itti tereddütsüzce. "Kalbini kıracağım."

"Seninkinin kırılmasına yeğlerim." dedi Minho o kadife tonuyla. Özrü kabahatinden beter deyişinin belki yumuşacık bir revizesiydi.

Gözleri parça parça doldu Seungmin'in, kolları bir radde daha sıkılaştı. Yanağı tam da Minho'nun çıplak omzunun üzerindeydi, sesini duydu diye çatılan kaşlarını düzeltemiyordu, uzun zaman olmuştu.

"Benimki bin parça zaten."

Bu kadar erken ağlamamak için çabalıyordu, daha diyecekleri vardı. Minho susacaktı, Seungmin anlatacaktı. Bunca hafta, bunca vakit nasıl geçmişti? Delirmeden, yıkıp dökmeden, sadece dinmek bilmeyen bir kanayışla.

"Buraya geleceğinden emindim." dediğinde ensesine dört keskin tırnak saplandı susturmak istercesine, lakin niyeti yoktu, canının acıdığı da yoktu. "Yüzünü göreyim istedim."

"Minho, sus." dedi Seungmin içli içli. Eğer normal bir zaman olsaydı Minho dediğini ikiletmez susuverirdi, emrine amadeydi. Fakat bu ayrılık öyle susup gitmeyi kabullenemezdi, zaten kendisi başlı başına bir illetti.

"Bir bakayım sana, ne olur." kafasını çevirdi beklentiyle ama geri çekileceği yoktu oğlanın, ağladığını, küçük küçük hıçkırdığını işitti.

"Mahvoldum," diye yakındı Seungmin. "Beni mahvettin Minho." sesi öylesine titriyordu ki konuştuğu kişi o olmasa kimse anlayamazdı ne dediğini. "Ben hiç bu kadar çaresiz kalmadım, hiç yutkunamadığım olmadı. Ben hiç geberip gitmek istemedim."

"Sakın..."

"Konuşma Minho, söyleme hiçbir şey. Anlamıyorsun beni."

"Bana neden izin vermiyorsun?" diye söylendi Minho, belki bir şeyler çözülür sanmıştı kor olmadan.

Sıkı sıkıya yumdu gözlerini, tüm yaşları sevgilisinin omzuna hücum etti, oradan da gölün berrak suyuna karıştı. "Konuştukça azalıyorsun, hissediyorum." dedi sessizce, Minho'nun teninde aldığı o son nefes de tükeniyordu.

"Ben çoktan bittim Seungmin."

"Hayır," deyip hiç ayrılmayacağını sandığı omzundan çekti başını, ilk defa göz göze geldiler. Seungmin pınarlarından nice nehirler akıtıyordu, hıçkırığı bir çocuğunki kadar masum fakat ondan katbekat zedeliydi. Bir bildiği vardı, yüzüne bakarsa yerle bir olacağını biliyordu. Şimdi onu toplayacak kimse de yoktu hayatında, hayatı yoktu.

"Özür dilerim." dedi Minho usdışı bir içtenlikle. "Elimde değildi."

"Hayır!" diye haykırdı Seungmin bir kez daha. Sesi parça parça yankılandı, net gördüğü hiçbir şey yoktu. "Sana sus dedim!"

"Kendine haksızlık ediyorsun Seungmin, beni bırak."

Bu cümleyi bu kadar basit kuruşuna hiddetlendi Seungmin. İki gözü iki çeşme, göğsü şişe şişe okkalı bir yumruğu indirdi suya, sonra yakarırcasına bağırdı. "Minho sen ölmedin!"

Suratına sıçrayan damlalar gözyaşlarında yeniden can buldu ve geldiği yere geri döndü. Hıçkırdığı kadar konuşsa belki onsuz geçen zamanlarının hepsini aynı tükenmişlikle anlatabilirdi. Eğer Minho her kelimesinde parçalanmasa onu teselli edebilirdi.

"Kendine iyi bak sevgilim, darılma bana."

"Minho yalvarırım," hışımla yaklaştı yeniden Seungmin, ellerini Minho'nun yanaklarına, alnını da onun alnına yasladı. "Konuşma."

"Bir şey değişmeyecek Seungmin, kalamam."

"Biraz daha, birkaç dakika daha. Ne olur Minho, dayanamıyorum." sesi yok olurcasına kısıldı, suratı binbir suyla yıkanmış gibi sırılsıklamdı. "Sensiz yapamıyorum."

"Alış diye yok oluyorum."

"İstemiyorum!" kafasını yukarı kaldırdı Tanrı'ya yakarırcasına acı bir çığlıkla ve duyan olmadığının farkındalığıyla da biraz. Sonra duruldu, yeniden alnını dayadı sevgilisine. "İstemiyorum."

Keşke canının ne kadar yandığını anlatabilseydi, bu heder olmuşluğa bir kelime bulabilseydi, ağlamaktan başka çaresi olabilseydi. Emindi ki birkaç saniyesi daha olurdu. Belki  yukarıda bir yerlerde sahiden görünmez bir deva olsaydı onlara bu izni verebilir ya da en azından Minho yavaş yavaş avuçlarının içinde toz olup gitmeden önce kurumuş dudaklarının üzerinde hissettiği busenin ağırlığını omuzlarından alabilirdi. Şimdi hepten yıkılmıştı. Hayalinden mahrum, sesini unutmaya mahkûmdu.

"Minho," diye seslendi arkasından fısıldar gibi. Gözlerini kapattı, içinde bulunduğu gölü sağanak yaşlarıyla beslerken ya bir kabusa uyanmayı ya da hiç uyanmamayı diledi. Bir daha bulamayacağı aşkının bitmeyecek hasretinin tam da ortasında yapayalnız kaldı. "Ben iyileşemem."



















yazdigimdan bi sey anlamadim

bau🦇

viran oldu evim yurdum | 2minHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin