Emma dinlenmiş bir şekilde güne uyanmış odasını aydınlatan sabah güneşine karşı gözlerini kırpıştırıyordu. Yataktan kalkıp sabah rutinini tamamlayıp kahvaltıda düşesle buluşmuştu. Alex'in dışarıda işi olduğu için erkenden çıktığını öğrendi. Kahvaltılarının tamamlanıp çaylarını içerlerken günün mektuplarını uşak düşese teslim etti.
"Ne kadar güzel bir plan." kadın ellerini çırparak sevinçle konuşuyordu.
"Lord Anthony'i hatırlarsın. Ailesi balo verecekmiş. Çok güzel olacak. Hem sende herkesle tanışmış olursun."
Emma kalabalık yerlerden hoşlanmıyordu. O sessizce evinde, bahçede takılmayı bir baloya yeğlerdi.
"Balolara çok düşkün değilim efendim. Katılmam zorunlu mu?"
"Tabiki Emma. İki haftaya düğününüz olacak. Herkesin seni görmesi ve senin de tanışman çok önemli."
"Doğrusu buysa madem tabiki katılırım."
"Tabiki, için rahat olsun. Henüz evli olmasanızda Alex ile bir çift olarak görüneceğiniz ilk etkinlik bu."
Bir çift olarak. Emma hala Alex ile bir çift olduklarını düşünemiyordu. Genç adam ona karşı oldukça kibar ve saygılıydı. Ancak hislerinin ne olduğunu bilmiyor kendisine karşı bir şey hissedip hissetmediğini merak ediyordu. Eğer evlenecekse bunun her zaman aşk evliliği olmasını istiyordu. Annesi ve babası gibi bir hayat yaşamak istemiyordu.
Havanın çok güzel olmasını değerlendirmek isteyen genç kız bahçede yürüyüşe çıkmıştı. Yürürken Alex'i düşünüyordu. Evliliği düşünüyordu. Yakında ailesi gelecekti. Babasının yanında kendisini hiç rahat hissetmiyordu. O yüzden her şey bir an önce olup bitseydi keşke. Emma bu boğucu düşüncelerle nereye gittiğini veya ne kadar yürüdüğünü bilmeden ilerlemişti.
Etrafını kapatıp gökyüzünü görmesini engelleyecek kadar sık ağaçların olduğu bir alana geldiğinde etrafına baktı ve nerede olduğunu anlayamadı. Acaba çok mu uzaklaşmıştı. Ne kadar dikkatsizdi! Eve nereden döneceğini bulmak için etrafına bakındı ancak hiçbir yol veya patika göremedi. Sık ağaçların güneşi engellemesiyle üşüdüğünü hissetti ve kollarını bedenine sardı.
Yol bulmaya çalışıyordu yürüyor yürüyor ancak hiçbir yere çıktığı yoktu. Hala etrafı ağaçlarla kaplıydı ve artık korkmaya başlamıştı. Saat kaç olmuştu acaba, kaç saattir yürüyordu. Havanın soğumasıyla birden gök gürültüsü koptu. Kızın kulaklarını sağır edercesine yüksek sesli kopan gürültüden Emma çığlık attı.
Kızın içini müthiş bir korku kaplamıştı. Buradan hiç çıkamayacak, ölecek ve cesetini hayvanlar yiyecekti. Uzaktan gelen hayvan seslerinin yaklaşmasından korktuğu için pür dikkat sesleri dinliyordu. Sonra kuvvetli yağmurun başlamasıyla Emma ağlamaya başladı.
Sırılsıklam olmuş, çok üşümüş bir şekilde yürümeye çalışıyor fakat artık bacaklarında kuvvet kalmamıştı. Ayak tabanları acıyordu. Yağmur suları gözyaşlarına karışıp yüzünden akıyordu. Gözlerini silerek yoluna devam ederken ağaçların arasından bir yer gördü. Bir kulübe. 'Tanrıya şükür' diyerek hızlıca kulübeye vardı.
Dışarıdan bakıldığında oldukça eskimiş bu yapının küçük bir penceresi ve alçak çatısı vardı. Kapıyı kontrol ettiğinde kilitli olmadığına sevinerek içeri girdi. İçeride küçük bir şömine, masa ve iki sandalye bir de köşedeki yataktan başka hiçbir şey yoktu. Emma'nın artık gözünü açacak hali kalmamıştı. Duvardaki çivide asılı bir palto buldu ve titreyen bedenini umursamadan ıslak elbiselerinin üstüne giyip biraz ısınmayı umarak kendini yatağa bıraktı.