"En baştan alalım"
Ellerim titriyor, buraya nasıl geldiğimizi bile hatırlamıyordum.Konuştuğum zaman sesim çıkmıyor gibiydi. Kafamda o kadar çok ses vardı ki karşımdaki adamı duymakta zorlanıyordum. Görüntüler birbirine karışıyor ve hiçbiri gözümün önünden gitmiyordu.
"EN BAŞTAN"
Tekrar tekrar en ince detayına kadar anlattım. Hatırlayabildiğim ne varsa. Onları, gördüğüme, tüm bunların gerçek olduğuna nasıl ikna edebilirdim bilmiyorum.
"Hava kararmak üzereydi. Ben, ben eve gidiyordum. Büyük adımlarla yürüyordum. Yolu kısaltmak için her zamanki ara sokağı tercih ettim. Aslında çok güvenli bir sokaktır inanın bana. Sonra, sonra ben köşeyi döndüm ve biraz uzakta birkaç adam gördüm. Siyaha bürünmüşlerdi. Ve, ve bir de yerde hırpalanmış bir adam, bir genç-"
"Yerde yatan gencin yaklaşık kaç yaşlarında olduğunu söyleyebilir misin?"
Yutkundum. Konuşurken sesim titriyordu. Derin derin nefes alıyordum. Bir iki saat öncesine kadar başıma böyle şeyler gelebileceğini nereden bilebilirdim?
"Hatırlayamıyorum, on sekiz, belki on dokuz. Yüzlerini bile seçemeden..seçemeden birden silah patladı, aniden oldu. Ben, ben hiçbir şey yapamadım, engel olamadım onlara."
Ağlıyordum. Hıçkırarak, hiç durmadan. O silah patlayınca bütün mutluluğum alınmıştı benden. Buz gibiydim. İliklerime kadar buz gibi..
"Polisler oraya geldiklerinde hiçbir kanıt bulamadıklarını bildirdiler ama sen-"
"Böyle bir olay hakkında neden yalan söyleyeyim?"
Sesim ciddileşmişti. Bana inanmamak için anlaştılar sanki. Gördüğümü söylüyorum, gördüğümü biliyorum.
-YAKLAŞIK 4 SAAT ÖNCE-
"Aç gözlerini"
Kapıdan içeri girdiğim an hafif bir koku yayılıyordu. Parfüm gibi değildi. Daha doğaldı ve gülümsememe neden oluyordu. Bazı fısıldaşmalar dışında sessiz bir ortamdı.
Gözlerimi açtığım anda koyu karanlık olan bu yer, ışıklar, balonlar ve değişik süslemelerle renkli ve eğlenceli bir yere dönüşmüştü. Belki biraz abartılıydı ama fark edilmiyordu bile. Devamındaysa her yerden yükselen "İyi ki doğdun Defne" sesleri.
Bütün enerjimi şaşırmış ve etkilenmiş gibi görünmeye harcadım. Bekledikleri şey tam olarak buydu. Teker teker sarılmalardan ve anı ölümsüzleştirmek için çekilen fotoğraflardan sonra oturup etrafıma bakabildim.
Küçük sakin bir kafeydi burası. İnsanı boğan bir dekorasyonu yoktu. Sadece gereksiz ışıklandırmalar beni rahatsız ediyordu. Genelde sevgililerin veya sevgili bulmak isteyenlerin takıldığı bir mekan havasındaydı.
On iki kişi kadar olduğumuz bu topluluk koyu bir muhabbette buluşmuştu. Bana kalsa çoğunu çağırmazdım çünkü hepsi bayıldığım kişiler değildi. Sözde toplu organizasyon gibi görünen ama aslında bütün ayrıntılarıyla kendi elleriyle ilgilenen canım arkadaşım Meyra, kimseyi çağırmaktan çekinmeyen hatta utanmasa eski sevgilimi bile çağırabilecek türden biridir. Meyra ile uzun yıllardır arkadaşız. Güven duygusuna hiç inanmamama rağmen Meyra'da tam olarak böyle hissetmiyorum. Ailesi çok zengin ve bu yüzden diğer insanlara karşı biraz üstün davranıyor. Ama bana karşı çok samimi ve deli dolu. Keşke herkes onu benim gördüğüm gibi görebilse.
Doğum günlerinin olmazsa olmazı ödülünü pastalara veriyorum. Ve benim için büyük bir tane geldi. Üstündeyse kocaman harflerle 'SENİ SEVİYORUZ' yazıyordu. Ama mumları üflememi bekleyen bazı kıskanç gözler buna inanmamı zorlaştırıyordu.
Pastanın ardından gelen hediyeler, gülüşmeler ve muhabbetlerden sonra "sonunda doğum günü partisinin sonuna geliyoruz." diye geçirdim içimden.
"MİLLET GERÇEK DOĞUM GÜNÜ PARTİSİ BU GECE BAŞLIYOR," diye söze başladı Meyra. Doğum gününün başından beri hiç nefes almadan konuşan Gizem bile susup Meyra'yı dinlemeye başladı.
"BENİM EVİMDE" diyerek sözünü bitirdi.
Herkesten (tahmin ettiğim kadarıyla) sevinç sesleri geliyordu. Bense sesli mi düşünüyorum diye kendimi sorguluyordum.
Meyra, elinde rengi kırmızı bir içecekle yanıma geldi.
"Nasıl ama?" diye sordu. Benimle konuşurken aynı anda çalan şarkıya da eşlik ediyordu. Beni mutlu etmek istediğini biliyordum ama bazen aşırıya kaçıyordu.
"Bana sorsan fena olmazdı. Hem ne gerek vardı ki?"
"Önemli değil"
Suratım asık bir şekilde teşekkür ettim ve doğum günümün ilk aşaması sona erdi. Meyra onlara gelmemi istedi. (istediğini alır,) Yorgun olduğum, zaten akşam görüşeceğimiz konusunda onu ikna etmeyi başardım. (bu sefer Defne kazandı)
Herkes hazırlanmak için evlerine dağıldı. Hava kararmak üzereydi ve hafif rüzgar esiyordu. Yüksek sesli müzikten sonra yürüyüş iyi gelmişti. Eve neredeyse gelmiştim. Köşeden dönüp ara sokaktan geçtikten sonra altı yedi dakikalık bir yol kalıyordu.
Köşeyi dönmeden önce sesler duyuyordum. Acıyı duyuyordum. Hafifçe kafamı o tarafa çevirdim ve göz ucuyla baktım. O an içimden çığlık atmak geldi. Bağırmak. Avazım çıktığı kadar bağırmak. Sesimi birilerine duyurmam gerekiyordu ama yapamadım. Kasılmıştım. Yerde birisi yatıyor, bir grup siyah adamsa onun çevresinde bekliyorlardı. Görebildiğim kadarıyla öldüresiye dövmüşler şimdi de ellerindeki demirle adamı korkutmaya çalışıyorlardı.
Yerde yatan adamı arkalarındaki boş arsaya doğru sürüklediler. Binanın penceresinden onları görebiliyordum. Adamı bir sandalyeye oturtup bağladılar. Ellerindeki demirle ona işkence ediyolardı. Kıpkırmızı kan bütün şevkiyle baştan aşağı ortalığı kaplamıştı.Demir her derisine saplandığında adam, acıyla inliyor, kaçmak için çırpınıyordu.Ağzımı elimle sıkıca kapadım ve yutkunmaya çalıştım.Sakin olmam gerekiyordu sakin olmam gerekiyordu.Ne yapmalıydım? Eğer bağırırsam hem o adam için hem de benim için iyi şeyler olmazdı. Hayır hayır, buradan uzaklaşıp hiçbir şey olmamış gibi hayatıma devam edebilirdim. Sorumsuz, korkak ve bencilce. Zaten ben bu değil miydim? Zaten hayatımın her anında böyle davranmıyor muydum? Gözlerimi kapadım ve nefes almaya çalıştım. Bu kez bunu yapamazdım, yapmayacaktım. Tekrar kafamı uzattığımdaysa tiz bir mermi sesi tüm aklımı başımdan almıştı..O çığlık..O acıyla inleme sesi..Kulaklarım çınlamaya, yanmaya başladı. Adam, kanlar içindeki bedenini boşluğa bıraktı ve kafası arkaya düştü. Yapabileceği hiçbir şey yoktu. Ruhu elleri arasından uçup gidiyordu.
Çaresizliği hiç bu kadar dibinde yaşamamıştım. Acıyı, bedenimin derinliklerine kadar hissedebiliyordum.Ve biliyordum. Bu acı benim bedenimi bir daha asla terk etmeyecekti.
Karşımda bir cinayet işleniyor ve ben sadece izliyordum. Adam gözlerini açmaya, etrafına bakmaya çalışıyordu. En sonunda yıldı ve başını sandalyeye yasladı. Pencereden dışarı baktı. İşte o an adamın gözlerindeki pes etmişliği, çaresizliği gördüm. Beni gördü. Gözümün içine bakıyordu. Ve ölmeden önce dudaklarından son kelimeleri döküldü;
"Git"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kuğunun Ağıtı
Ficção Adolescente"Onu çok iyi tanıyorum. Çünkü onu ölürken gördüm. Gözlerindeki çaresiz bakışları hissettim. Ve bu benim hayatımı değiştirdi."