Anılar

27 9 14
                                    

Söylediklerimin ardından tereddüt eden gözlerle baktı bana ,Şafak. Anıları anlatmanın iyi bir fikir olup olmadığını tartar gibi bir karasızlık vardı gözlerinde. Sanırım ilk uyandığım zamanki gibi beni olumsuz etkileyeceğinden korkuyordu. Bense böyle bir şeyin tekrarlanmayacağından neredesyse emindim. O zamanlar vücudum zayıftı ama şuan kesinlikle çok dinç ve zindeydim. Kendi bedenimi gayet iyi tanıyordum ve hatıraların uyanması dışında - olumsuz - bir şey olacağını sanmıyordum. Umarım hatıralar canlanırdı.

Onun bu karasız ifadesi üzerine başımı ona güven verecek - kendimden emin- bir şekilde salladığımda anlatmaya karar vermişti. Derin bir nefes aldı ve çıkardığı kahvaltılıkları masaya taşırken anlatmaya başladı.

"Kahverengi şaçlarıyla etrafta koşup duran bir kız çocuğu hatırlıyorum. Oturduğumuz evin camından sürekli onu izlerdim. Dışarı çıkma iznim yoktu o zamanlar. Bırak evden dışarı adım atmayı, camı açmama bile müsade etmezlerdiler. Hastalığımdan dolayı." Bunları dediğinde salatalıkları doğramayı bitirmiş, kaseyi masaya koymak için elime almıştım. Ama bir hastalığının olduğunu duyduğumda şaşkınlıktan az kalsın elimdeki tabağı yere düşürecektim. İçime bir anda dolan korku bütün vücudumu ele geçirmişti. Nedensizce kalbim hızlanmış, elim ayağım birbirine girişmişti. Bu endişemi fark etmiş olacak ki bana dönüp sıcak bir gülümseme gönderirken konuşmasına devam etti. "Aslında korkulacak bir şey yoktu. Sadece fazla tedbirli davranıyorlardı. Hastalığımı kontrol almayı becerediğim zaman benim için inanılmaz bir yetenek olmuştu tabi zorlu bir süreçti." diyerek beni sakinleştirmeye çalıştı.

"Hastalığın neydi?" diye sordum ona endişe ve bir o kadar da merakla. O ise önemsiz bir şeymiş gibi elini sallayıp "Belki sonra anlatırım." dedi ve kaldığı yerden devam etti.

"O kahverengi, dalagalı şaçları ile yanında iki tane daha çocukla attıkları kahakaları duymamak elde değildi. Evimizin hemen yanında camımın gördüğü kısımda duran koca çınarın altında oynayan, gülüşen çocukların sesini her duyduğumda cama çıkar ve camın arkasından onları izlerdim. Yine öyle bir günde o kahverengi saçlı kız beni fark etti ve gümüş rengi gözlerini bana dikti. Neden yanlarında değilde o camdan baktığımı sorgular gibi kısa bir süre için kısılmıştı gözleri. Daha sonra da camı açmam için işaret etmiş ben açmayınca camıma çakıl taşları fırlatmaya başlamıştı. Daha fazla gürültü çıkmaması için camı açmak zorunda kalmıştım. Şimdi aşağıda ki kız zafer kazanmış bir eda ile gülümsüyor ve bana sesleniyordu. "Hey, sen orada ne yapıyorsun aşağı gelsene!" O bunları söylerken yanına gözleri ateş gibi parlayan, koyu siyah saçlı, bir olan çocuğu gelmiş ve benimle konuşmaması gerektiğini söylüyordu. Kız ise onun bu kaba tavrına sinirlenmiş ve onu iterek yanından uzaklaştırırken bana tekrar seslenmişti. "Hadi ama bütün gün seni bekleyemeyiz. Orada oturmaktan sıkılmıyormusun, sarışın?" dedi dalga geçer givi. Herne kadar bu sözleri beni gaza getirmeye yetmiş olsada gizlice nasıl dışarı çıkacağımı bilmiyordum. "Gelemem, buradan çıkmam yasak."diye seslendim ona ve daha sonrada camı kapatmak için yeltendim ama yanındaki kız beni durdurdu.Sarı saçlı bu kız, gümüş gözlüye dönüp "Biraz ortalığı karıştırmaya ne dersin?" diye sordu muzipçe. Kahverengi saçlıda kurnazca sırıtırken "Sessizce" diyerek göz kırptı ve bakışlarını bana yöneltti.

"Hey sarışın! Az bekle seni almaya geliyoruz!" derken hemen yanlarında duran ağaca tırmanmaya başladı. Kırmızı saçlıda onu takip ederken erkek çocuk ağaca yaslanmış ve onaylamaz bir şekilde izlemekle yetiniyordu. Ben daha ne olduğunu anlamadan bir maymun gibi daldan dala hızla ilerleyerek camıma uzanan dala çıktı ve elini bana uzattı. Şaşkın ve kararsız görünen bakışlarımın üzerine "Hadi sarışın, korkmuyorsun değilmi?" dedi ve elimden tutup camdan çıkmaya zorladı beni. Camdan çıkarıp dala beni sağa sağlim oturduktan sonra önce beni ağacın gövdesine doğru yönlendirdi sonrada arkadan kendi geldi. Aşağıdan kırmızılının yardımı ile kolayca ağaçtan indim ve ardımdan gümüş gözlü kızda indi. Ağaca yaslanan çocukta yanımıza vardığında elini bana uzattı."

Tüm bunları anlatırken kahvaltıyı hazırlamayı bitirmiştik ve o da elindeki son tabakları masaya bıraktıktan sonra"O gümüş gözlü kız sendin Mavi, adını bana ilk defa orada söylemiştin." dedi gözlerini gözlerime dikerek. "Tanışmamaız böyle olmuştu işte." diyerek sözlerini tamaladı, Şafak. O anlatırken sanki hikayenin içine girmiş yaşıyor gibiydim. O çocukların seslerini duyuyor, o ağacı görüyor gibiydim. Ama kafama takılan sorular vardı. "Hafızası karışanın benim olmam gerekirdi Şafak, ama görünüyorki senin ki de en az benim kadar karışık. O gümüş gözlü nasıl ben olabilirim ki? Görmüyormusun? Benim gözlerim ela şaşkın!" dedim. O ise buna bir tebessmle karşılık verip konuşmaya başladı. "Sana hastalandığımı söylemiştim Mavi. Hastalığımın sonucunda da gözlerimin rengi değişti. Eskiden benimde göz rengim gümüştü. Hastalığı yendikten sonra mavi oldu. Aynı hastalığı sende geçirdin bundan dolayı göz rengin değişti" diye açıkladı.

Gözlerimin içine dalarken gözleri, anlamlandıramamış sanki imkansızmış gibi çıktı ağzından sözleri. "Ve ela oldu." Kafamı anladım dercesine salladığımda eliyle masayı işaret ederek "Hadi kahvaltımızı yapalım." dedi. Sakin bir şekilde kahvaltımızı yaparken sohbetimiz çalan telefonun sesiyle bölündü. Benim telefonum yanımdaydı, çalan Şafak'ın telefonu olmalıydı. O da zaten canı sıkkın bir şekilde nefesini verirken telefonu almak için yerinden kalktı. Salonda bırakmış olmalıydı. "Of! Yine kim...?" diye söylenirken telefonu alıp gelmiş ve yerine geri oturmuştu.

Telefonu açtığında karşıdaki kişinin konuşmasına izin vermeyecek bir hızla -ve sertlikle- konuşmaya başladı. "Sana beni bir daha aramaman gerektiğini söylediğimi hatırlıyorum, Dy-Demir!"

Demir olarak bahsettiği kişiyi dinlerken sinirden gerginleşmiş yüz kasları yerine tedirginliğe bırakıyordu. Bir süre sonra -Demirin sözünü keserek- hızla cevap verdi. "Tamam, tamam Demir. Teşekürler." dedi ve telefonu kapattı.

Daha sonrada aceleyle beni yerimden kaldırıp yukarı kata sürükleöeye başladı.

"Hey! Neler oluyor, Şafak!? Ne bu acele, ne konuştunuz ne söyledi? Ayrıca Demirde kim?" dedim.

Şafak ise beni odama sürüklerken "Şimdi anlatamam, hemen çıkamamız ve buradan uzaklaşmamız lazım. Hazırlan, yolda her şeyi anlatacağım." dedi ve hazırlanmak için kendi odasına yöneldi.





Solisya'nın HafızasıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin