14 - Kırlangıç'ın Evi

184 26 8
                                    




Uyandığımda ilk düşüncem, en son ne zaman bu kadar huzurla uyuduğumu bilmiyor olduğumdu. Sanki büyülü bir ormanda, üstümde efsunlu bir battaniyeyle, sıcacık bir yerde uyumuşum gibi yumuşacık hissederek gözlerimi araladığımda yüzüm, pencereye dönüktü. Güneş ışıklarının vurduğu koltuğun üstünde, Miraç'ın dün gece üstüne örttüğü battaniye bir kenara atılmıştı. Dün gece elimde tuttuğum kitabım, sehpanın üstündeydi.

Miraç.

Eli belime sarılı, göğsü sırtımda inip kalkan Miraç.

İnsan bazen, eve dönene dek evini ne kadar özlediğini bilmiyordu. Belki de canı çok yanmasın diye, bilmiyormuş gibi yapıyordu. Belki de ancak o şekilde hayatta kalabileceğine inanıyordu. İçinde yanıp kavrulan bir özlemle sıradan bir hayatı sürdürmek; sabah uyanmak, hiçbir şey yokmuş gibi kahvaltı etmek, canın yanmıyormuş gibi işe gitmek ve insanlarla gülüp eğlenmek en zoruydu. Bir noktada kendinizi, evi özlemediğinize inandırmanız gerekiyordu.

Yoksa tüm hayatınızı bir kenara atıp evinize koşmanız an meselesi olurdu.

Bunu reddetmek istiyordum. Bu adamın yanında uzanırken kendimi ne kadar ferah, sakin ve huzurlu hissettiğimi tüm benliğimle reddetmek istiyordum. Her şey daha kolay olurdu. İstanbul'a döner, Kaş'ı arkamda bırakırdım. Emir'le de olamazdım artık ama tek başıma sakin bir hayatı sürdürebilirdim. Daha basit. Daha kolay.

Fakat işte buradaydım. Ona deliler gibi aşıktım. Bir sandığa sakladığım genç kızlığımı bulup çıkarmıştı. O kızla birlikte tüm duyguları da beraberinde yayılmıştı içime. Pandora'nın kutusunu açmıştı. Artık geri dönüş yoktu.

Miraç'ın derin bir nefes aldığını işittim. Burnu hala tıkalıydı, gece ara ara horlamıştı ve bunu bile tatlı bulduğuma göre ona sahiden kör kütük aşık olmalıydım.

Arkamı dönmedim ve onun kendi kendine ayılmasını bekledim. Şaşkınlıkla bir an duraksadığını hissettim, hemen sonra karnımdaki eli hareketlendi ve gıdıklanarak güldüm.

"Gıdıklanıyorum."

Güldü. "Biliyorum."

Ama eli durdu. Kendini geri çekmek yerine bana daha çok yaklaştı ve başını boynuma gömdü. "Günaydın," dedi kulağıma doğru.

"Günaydın," diye fısıldadım. Dayanamayarak, "Bu biraz garip," diye ekledim.

"Garip ama gerçek, değil mi İrem? Buradasın. Benimlesin. Benimsin. Gerçek olduğunu söyle bana. Rüyalarıma çok benziyor."

Ona döndüm. Uyumaktan ve hastalıktan yüzü şişmişti. Bana neredeyse yalvaran gözlerle bakıyordu.

Elimi yanağına götürdüm. "Sanırım gerçek," dedim.

Tüm ihtiyacı olan bunu duymakmış gibi gülümsedi ve gözlerini kapadı. "Ellerini yüzümde hissetmeyi özlemişim. Eskiden de duramaz, konuşurken sürekli yanaklarıma dokunurdun."

Bunu yaptığımın hiç farkında değildim, refleks olarak elimi çekmeye çalışınca elini elimin üstüne koyarak sabitledi. "Ben biraz daha uyusam olur mu? Tüm vücudum ağrıyor."

"İlaç içmen gerek."

"Kalkınca içerim," diye mırıldandı, şimdiden uyumak üzere olduğunu gösteren bir sesle.

Gülümsedim ve başka bir şey söylemedim. Onu doya doya izlemek istiyordum. Şimdi kapalı olsa da ardında sıcacık elalarını gizlediğini bildiğim gözlerini, geniş alnını, seyrek kaşlarını, kalın dudaklarını ve büyük burnunu.

Falez ve KırlangıçHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin