Rimbaud'un çalıştığı yuvanın anahtarlarını cebinden çıkarıp önce kepenkleri, sonra da kapıyı açarak içeri girdi, ışıkları yakıp gözlerinin alışmasını bekledi Chuuya.
İçerisi travmatik kokuyordu.
Çocukluğunda da bu tarz yerlerden nefret ederdi, öğretmenlerin çoğu saçma sapan, ilgisiz tipler olurlardı ve Chuuya her gün başkasıyla kavga ettiği için ailesini ararlardı.
Bu yüzden Chuuya, Rimbaud gibi insanların sadece belli insanların başına gelen çok büyük bir şans olduğuna inanıyordu. O, her bir çocuğu kendi çocuğuymuş gibi severdi ve Verlaine'den duyduğuna göre çocuklar da bir o kadar Rimbaud'a düşkündü.
"Çocuklarım çocuklarım diye gezdiğine şaşmamak lazım.." kendi kendine mırıldanırken Rimbaud'un bahsettiği kahve makinesini bulup çalıştırdı. Mutfaktan kısmı küçük ama iş görürdü. Farklı farklı pek çok kahve, çay tipi kavanozlara sıralanmıştı. Bir grup dört yaş çocuğuna bakıcılık edecekse sert bir şeylere ihtiyacı olacaktı.
Rimbaud ona bazı olası ihtiyaçların nerede olduğuyla ilgili uzun bir paragraflık mesaj göndermiş ve sonuna da upuzun birkaç minnettarlık belirtisi daha eklemişti. Her ne kadar okumaya üşense de hazırlıklı olmak adına kısa bir göz gezdirdi ve içeriye bakınmak için telefonunu şarja taktı. Son zamanlarda bataryası çok sıkıntılıydı.
Kendi yuvasına dair hatırladığı şeylerle kıyaslaması gerekirse burası daha.. Farklıydı?
Tam bir kelime seçmesi gerekirse, sıcaktı.
Rimbaud'un garip bir şekilde kendinden katmayı başardığı çok şey vardı ve her yer çocukların ezgilerini taşıyordu.
Aşırı rengarenk dizilmemişti aksine daha ev dekorları korunmuştu bu nedenle o her çocuğu ürküten okul veya hapis havasının zerresi yoktu. Çocukların yaptıkları resimler duvarları süslerken boy tabloları tamamen çocukların isteklerine göre şekillendirilmiş gibi duruyordu. Çocuklar genel olarak hep Rimbaud'u çizmişlerdi ama kırmızı renkli bir bayrak çizimi de duvarların üstünde birkaç farklı yerde belirgin olarak duruyordu.
Rimbaud'un kendi minik masası hariç her malzeme ve oturak o kadar minikti ki kendi, abisi ve Rimbaud kadar devasa olmayan bedeni bile hiçbir sandalyeye sığmıyordu. Kendi kendine kıkırdarken oturmaya çalıştığı sandalyeden kalktı, duyduğu araba sesi yüzünden kapıya yaklaştı. Camları bile siyah film kaplı, baştan aşağı mat siyahla modifiye edilmiş aracı görünce eli bir an kendini koruyacak bir şeyler aradı keza içinden çocuk değil alacaklıları çıkacakmış gibi bir hava vardı.
Önce sürücü kapısı açıldı ve üstünde tek bir kırışıklık bulunmayan takım elbisesi ile uzun boylu bir adam inerek yolcu kapısını açtı.
"Bu hangi film amına-"
Aynı adam gibi tertemiz, siyah saten bir elbise ile, üzerinde kocaman kabanı, kucağında ufak bir çocuk taşıyan esmer, donuk yüzlü bir kadın indi bu sefer ve Chuuya; onu duyamayacak olmalarına rağmen ettiği küfürü kesmek zorunda hissetti.
Adam ve kadının kapıya yaklaştığını gördüğünde hemen üzerine bir çeki düzen vererek zili çalmalarına bırakmadan kapıyı açtı. "Hoş geldiniz."
Her ne kadar hitman gibi duran suratlara sahip olsalar da kadın da adam da en az Chuuya kadar saygılı bir şekilde eğildiler. Hatta ufak çocuk bile annesinin elini tutarken neredeyse kafası yere değene kadar eğildi. Kahve, özenle şekil verilmiş saçlarının altında, bir gözündeki hafif yarayı seçebilmişti Chuuya.
"İyi akşamlar efendim," diye gülümsedi çok ayarsız olmamaya dikkat ederek. "Nakahara Chuuya, Rimbaud-sensei'nin yanında stajyer olarak çalışıyorum. Bana bu gece için güvendiğiniz için teşekkürler."
Kadın dudaklarında beliren çok hafif bir gülümsemeyle başını iki yana salladı. "Rimbaud-san sizi fazlasıyla methetti, onun sözüne güvenimiz tam."
Lanet olsun, Arthur.
Chuuya dişleri arasından Rimbaud'un yedi ceddi için hoş dilekler mırıldanarak kendini zoraki bir gülümsemeye iteledi. Gözleri annesinin elini sıkı sıkı tutmuş, ona da yaşına uygun bir takım elbise giydirilmiş, papyonu düzgünce bağlanmış oğlan çocuğuna döndüğünde hafifçe eğildi. "Sen de hoş geldin ufaklık."
Çocuk onun suratına bile bakmadı.
Ha???
"Kaiyo, bu Nakahara-sensei," kadının sesi bir anda otoriter bir havaya büründü. Çocuk ancak o zaman başını yerden kaldırdı. "Uslu ol ve zorluk çıkarma. Tamam mı?"
İsmi Kaiyo olan çocuk hafifçe başını salladığı zaman Chuuya onun için kötü hissetti. Nedense ailesinin sadece kurallar ve disiplin üzerine olduğunu bu çocuğa bakarak söyleyebilirmiş gibiydi.
"Siz gecenizin tadını çıkarın," dedi böylece ve doğruldu. "Bana emanet olacaklar, endişelenmeyin. İyi seneler."
Adam ve kadın da aynı saygılı tavırla yeni sene için kısa karşı dileklerde bulunup arabalarına binmek için uzaklaştıklarında Chuuya öylece dikilen çocuğa baktı. Eğilip çocuğu öpmemişlerdi bile. Görüşürüz dahi dememişlerdi.
Ve Chuuya, çocuğun bunu beklediğini -ama bir yandan da şaşırmadığını- görebiliyordu.
Dudaklarını birbirine bastırıp arabanın uzaklaşmasını bekledi. Ne yapması gerektiğini gerçekten bilmiyordu ama.. Bir yerlerden başlaması lazımdı.
"Hadi dostum," diyerek kapıyı açtı ona. Eliyle yavaşça başına dokundu ve yumuşak saçlarına patpatladı. "Dışarısı hayli soğuk. Burada kalırsak üşüteceğiz."
Kaiyo tek kelime etmeden içeri geçti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Little Flags •BSD
Fanfiction•Bungou Stray Dogs •Kindergarten AU •Babysitter Chuuya •4-5! Flags •Non-canon names •Slight Rimlaine