31. BÖLÜM

4.2K 330 284
                                    

"CAN YAKICI YALAN"

Bir döngü vardı; benim bitmek bilmeyen acılarımın döngüsü. Ve bir adam vardı; beni bin yerimden bıçaklayan, doğruları yüzüme söylemeyen bir adam...

Kapattığım gözlerimi binbir zorlukla aralarken, karşımda gördüğüm tanıdık yüz şaşırmama neden olmuştu. Bu Ediz veya Mete değildi. Bu Baran'dı. Baran Dağdelen...

Senelerdir hiç görmediğim babamla gözgöze geldiğimizde; ağzından çıkan kanları gördüğümde de, bedeni büyük bir gürültüyle yüz üstü düştüğünde de içimde bir hüzün veya ağlama duygusu yoktu.

Şoktaydım. Evet, bu durumumun başka bir açıklaması olamazdı. Yaşadıklarım bana artık çok ağır geliyordu fakat benim, bu durumu oturup düşünecek bir zamanım bile yoktu.

Bedenim sıtma tutmuşçasına titremeye başlarken, o an içeriye ilk olarak Ediz, daha sonra Mete girdi. İlk önce Ediz'le buluştu gözlerim. Bana telaşla bakıyor, yüz ifademden iyi olup olmadığımı anlamaya çalışıyordu ama ben bile bilmiyordum, nasıl olduğumu.

Daha sonra Mete'yle gözgöze geldik. Gözlerinde gördüğüm şefkat, bana ölen üvey babamı hatırlatıyordu.

"Adin," Ediz, hızla yanıma gelip elleriyle yüzümü kavradı. "İyisin, iyisin bir şeyin yok." Bu cümleyi beni teselli etmek için mi, yoksa kendini rahatlatmak için mi söylüyor bilmiyordum. Dudaklarını büyük bir özlemle alnıma bastırdığında, titrek bir nefes verdim.

Stresten ve hastalıktan yarım yamalak kalmış saçlarımı nazikçe okşadı ve bakışlarını yüzümde gezdirip, en son gözlerimde durdu. "Çok korktum," dişlerimi sıktım. "Ben, ben senin öldüğünü sandım." Yine bir şey demedim. Ne ağlıyor, ne konuşuyor, ne de bir tepki veriyordum.

"Bir şey de," dedi dolu gözlerini saklama gereği duymadan. "Konuş, bağır, küfür et ama ne olur bir şey de."

"Ediz, tamam." Mete, Ediz'in kolundan tutup ayağa kaldırırken, ben hâlâ boş bakışlarımla önümdeki duvara bakıyordum. Mete, beni kaldırmak için elini bana uzattığında irkilip geriye çekildim.

Kimseyle göz teması kurmadan, zorda olsa ayağa kalktım ve yerdeki cesedin yanından geçip, odadan çıktım. Ve ben bir şey daha farketmiştim;

Ben artık cesetlerden korkmuyordum.

Merdivenlerden inip, salona geldiğimde gördüğüm açık kapıdan çıplak ayaklarımı umursamadan dışarıya çıktım.

Bilmediğim bir şehrin, bilmediğim caddesinde bomboş bir şekilde yürüyordum. İnsanlar garip bir şekilde; üzerimde kimin giydirdiğini bilmediğim altlı-üstlü beyaz saten bir geceliğe, çıplak ayaklarıma, dağılmış saçlarıma ve yaralar yüzünden tanınmayan yüzüme bakıyordu.

Soğuk hava her geçen gün iliklerime işlerken, titremelerim iyice artmış, o an bana doğru gelen arabayla gözlerim irice açılmıştı. Fakat birinin beni karşıya çekmesi sonucu, bana doğru gelen araba hızlı bir şekilde kaldırıma çıkıp ağaca çarptı.

"Adin, bana bak. Bana bak güzelim, iyi misin?" Korkmuş bir şekilde Ediz'e baktığımda o'nunda benden farksız olmadığını gördüm. "Tamam, tamam geçti. Diye fısıldadı beni göğsüne çekerken. Ancak bilmediği bir şey vardı; hiçbir şey hâlâ geçmemişti.

Titremelerim had safhaya ulaştığında, Ediz, hızlıca montunu çıkartıp bana giydirdi ve beni kucağına aldı. Caddede bağıran insanların sesleri kulaklarıma uğultulu bir şekilde dolarken, acıyla yüzümü buruşturdum.

"Скорей вызывайте скорую!" Diye bağırdı bir adam yabancı bir dille. "Если человек умрет, поторопитесь." Başımı kaldırıp ağaca çarpan arabaya bakmak istedim, lakin Ediz'in beni iyice göğsüne bastırması bunu engellemişti.

Perdenin Ardındaki Yüzler Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin