"Ya kalkarsın ya da terliğimin tadına bakarsın!" Diye bir ses duydum. Gözümü kısarak açtığımda karşımda bir adet sinirli, elinde terliğini tutan Eda Hanım anneyi gördüm. Evet, kalkmazsam o terliğin tadına bakacaktım.
"Kalktım." Dedim boğuk ve uykulu sesimle. Doğruldum ve boş boş etrafa bakmaya başladım. Neden bu yaz gününde sabahın 9'unda kalkmalıydım ki?
Yataktan çıktım ve uyuşuk adımlarla tuvalete ilerledim. Aynada kendimi gördüm. Karışmış sarı saçlarıma ve uykulu gözlerime rağmen kendimi motive etmekten geri durmayıp, "Yine harikasın Hazal Hancı." Dedim.
İşlerimi hallettikten sonra tuvaletten çıktım ve odama ilerledim. Elime kahverengi saç tokamı aldım ve özensizce topladım. Mutfağa geçip hazır olan sofraya oturdum ve çayımdan bir yudum aldım.
Annem karşıma oturduğu vakit, "Akşam kimseye söz verme." Dedi. "Neden?" "Sen söz verme de nedenini boş ver." Dedi ve kahvaltısına devam etti.
Kahvaltımızı bitirdikten sonra gidip üstlerimizi değiştirdik. Ben kayık yaka sarı bir tişört ve lacivert bir ince kot pantolon giymiştim. Saçlarımı tepeden topladım ve ördüm. Bugün bir şeyler sürmek istemiyordum, bu yüzden salona geçip annemi beklemeye başladım. Annem geldiği zaman onu kısaca süzdüm. Beyaz bir baş örtü takmıştı. Üstünde ise siyah desenleri olan beyaz bir uzun kollu tişörtle siyah bir etek giymişti.
"Biz ana kız harikayız biliyorsun değil mi?" Derken yanına gidiyordum. "Bilmez miyim?" Kapıyı açtı ve çıktı. Ben de peşinden çıktım ve ayakkabılarımızı giydik. Kapıyı çektim ve kilitledim. Bu sırada o da aşağı iniyordu.
Apartmandan çıkmış, ezberimizde olan yolları geçiyorduk. Kafeye vardığımızda kilidi açtım. İçeri geçip masaları ve sandalyeleri düzenledik ve ortalığı temizledik. Sonrasında günün ilk müşterisi geldi.
(Akşam)
Bütün gün çok sıradan geçmiş, en sonunda bitmişti. Sandalyeleri masaların üstüne kapattıktan sonra kafeden çıktık ve kapıyı kilitledim.
Yavaş yavaş yürümeye başladık. "Uşağum söz vermedin değil mi kimseye?" Diye sordu annem. "Vermedim anacuğum."
Eve vardık ve üzerimizi değiştik. Yemeğimizi yedikten sonra balkonumuza geçtik. Masada çaylarımız ve kurabiyelerimiz, akıllarımızda ise yapacağımız konuşma vardı.
"Evet annem, seni dinliyorum? Neden kimseye söz vermememi istedin bugün benden?" Dedim anneme merakla. "Öğrenme vaktin geldi Hazal'ım." "Neyi öğrenmenin?" "Geçmişimi ve senin bugününü öğrenme vaktin geldi. Ama önce bana odamdaki kutuyu getirmelisin." Dediği vakit kalkıp odaya gittim ve kutuyu aldım. Geri geldiğimde kutuyu ona verdim ve yerime geri oturdum.
"Bu kutuda ne var anne?" "Geçmişim..." Ahşap kutuyu nazikçe açtı. Sanki kırılmasından korkuyordu. İçinden bir fotoğraf çıkardı dikkatle. Fotoğraf eskimiş ve sararmıştı. Bir adam vardı. Bir de... annem. "Anne, bu kim?" "Her şeyi en baştan anlatacağım." Dedi ve çayından bir yudum aldı. Ardından arkasına yaslandı ve gözleri sanki dalmış gibi duvarda kaldı öylece.
"Hani bana küçükken diyordun ya, 'babam nerede?' Diye. İşte o adam senin baban. Ben Ordu'dayken tanışmıştık. O Akkuş'taydı, bense Ünye'de. Onların fındık bahçesiyle bizimki yan yanaydı. Bir gün, fındık zamanıydı, ben çuvallara ip bulmaya giderken kolumdan tuttu ve bana 'Tanışabilir miyiz?' Dedi. Benim için sorun yoktu tabii. Konuşarak bahçe yolunda ilerlemeye başladık. O, o zamanlar 20 yaşındaydı. Bense 19. En sevdiği renk, en sevdiği çiçek hâlâ dün gibi aklımda. Arkadaş olmaya karar vermiştik tanıştığımız gün. Zaten annemle annesi arkadaştı, bu yüzden aileler bir şey demez diye düşünmüştük. Dememişlerdi de. Aradan bir kaç ay geçmişti. O bir kaç ayda daha çok bağlanmıştık. Sonra ben bunun bağlanmaktan çok öte, hoşlantı, hatta aşk olduğunu fark ettim. Âşık olmuştum ona. Ama açılamıyordum bir türlü. Aradan 2 hafta geçmişti. Bana bir mektup gelmişti. Mektup Akkuş'tandı. O göndermişti. Bak, şuradaki 'Eda Kazanoğlu' yazan mektup. O mektupta kısaca bana sevdalandığını, lakin bunu yüzüme söylemeye çekindiğini yazıyordu. Ertesi gün olmuştu, bahçelerimizdeydik. Ben yine çuval ipi aramaya gitmiştim. O da peşimden gelmişti. O zaman itiraf ettim ben de ona sevdalandığımı. Sevgili olduk. Hiç unutmam, 'Yakamoz'um' derdi bana. Tabii sevgili olduğumuzu ailelerimiz bilmiyordu. Onların gözünde biz hâlâ arkadaştık. Ya merkezde, ya da akşamları benim ahiretliğim olan Aylin'in evinin oradaki çeşmede buluşuyorduk. Bir zaman sonra birlikte olmuştuk, merkezdeki Işık Otel'de. Hamile kalmışım. Bunu 2 hafta sonra öğrenmiştik. Çok sevinmiştik. Gizlemeye devam ediyorduk ailelerimizden. Aradan 2 gün geçmişti. Bizim yan evde oturan Fadime Nine'yi hatırladın mı? Hani köye gittiğimiz zaman ona da uğruyorduk. Heh, işte o kadının kulağına benim hamile olduğum gitmiş. Nasıl olmuştu bilmiyordum. Ama öğrenmişti işte. Fadime Nine anneme, annem de babama söylemiş. Duyduğum gibi bizim motora atlayıp Akkuş'a gittim. Ona haber vermem lazımdı. En sonunda varmıştım Akkuş'a. Hemen evine gittim ve onu da alarak şehri terk etmeye başladık. Yanımızda sadece 200'er lira vardı. Tam Ordu-Samsun yoluna girdiğimizde önümüzü bir araba kesti, mecburen durdum. Arabanın kapıları açıldığında babam, abim ve kardeşim inmişti. Motordan indik bizde el mecbur. 'Nasıl olur da hem sevgili olursunuz hem de çocuk peydahlarsınız!' Diye bağırdı babam. 'Baba, lütfen yapma!' Diye yalvarıyordum. Ama nafile. Babam çıkardı silahını, doğrultu bize doğru. Hemen beni arkasına aldı. Gerçi babamın niyeti beni vurmak değildi, onu vurmaktı. Babam gözünü bile kırpmadan ateşledi silahını. Yere yığıldı Ahmet. Evet, onun adı Ahmet'ti. Hiç unutmamıştım adını. O yerde kanlar içinde yatarken abimle kardeşim beni sürükleyerek arabaya bindirdi. Babamda ambulansı aradı, çoktan ölmüştü zaten. Cesedin orada kalmasını istememişti sadece. Sonra eve getirdiler beni. Babam anneme bana bir valiz hazırlamasını, olayın kan davasına dönüşmeden önce İstanbul'a gitmem gerektiğini söylemişti. Gizlice, gecenin bir yarısı göndermişlerdi beni. Karnımda 2 haftalık bebeğimle İstanbul'da, tek başıma kalmıştım. Babam bana her ay 1000 lira gönderiyordu, onunla geçiniyordum. Tabii bu maddi yardım sen 5 yaşına girene kadardı. Sonra kendi başımızın çaresine bakacaktık. Böyle işte kızım. Deden ve dayıların, bir ailenin parçalanma sebebi olmuştu..." Dedi annem, gözlerini diktiği duvardan bir an olsun ayırmadan.
Göz yaşlarımız sessizce akıyordu. Fotoğraflara bakmaya başladım. Babam... Ona ne kadarda benziyordum. Dudaklarım ve kaşlarım aynı oydu. İnce dudak, kalın kaş... saçlarım ve burnum ise annem.
"Onu çok özlüyorum... Her gece onun resmine bakarak ağlıyorum... uyurken o, rüyamda o... unutamıyorum..." Dedi ağlamaklı sesiyle. "Yaşasaydı şu an 46 yaşında olacaktı..." "En sevdiği renk neydi anne?" "Lacivert." "Senin en sevdiğin renk..." "Sırf o seviyordu diye seviyorum..." "Peki, en sevdiği çiçek neydi?" Dediğimde annem manolyalara baktı. "Sırf o seviyordu diye..."
Yılların eksiltemediği bir aşk... Sırf o seviyordu diye lacivert rengini sevmek... Sırf o seviyordu diye manolyaları evinde bulundurmak... Aşk, ne kadar da güzelmiş oysaki... O olmasa bile, sevebilmekmiş aşk... Anlayamamışım...
"Neyse... Yatma vakti geldi Hazal'ım. Sen git yat ben toplarım buraları." Dedi göz yaşlarını silerek. Gitmek istemiyordum. Ağlayacaktı çünkü. Sigara ile dertlerini unutmaya çalışacaktı. Onun fotoğraflarına bakarak daha çok üzülecekti. Biliyordum. Annem kalkmayacağımı anlamış olacak ki kalkıp elimi tuttu ve beni kaldırdı. Odama doğru çekiştirerek götürdü ve beni yatırdı. Uyumayacaktım ki... uyuyamayacaktım. Penceremi aralık bıraktı ve yanıma gelip alnımdan öperek bana, "İyi geceler, fındık burun." Dedi. Odadan sakince çıktı ve kapıyı kapattı.
Tavanı izlemeye başladım. Kafamda çok şey dolaşıyordu. Çok fazla soru işareti vardı kafamda. Hiç birine de cevap bulamıyordum. Anneme sorup onu daha fazla üzmekte istemiyordum. Sanırım bu sorulara hiç bir zaman cevap bulamayacağım...
Ben yine yaptım bişeyler ama hiç güzel olmadı yaa :( Neyse, hatalarım varsa maruz görünüz, iyi okumalar! Hoşça kalın, yusufçuklarımm ☆
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mavisiz Mavi
Teenfikce"Mavi, kimileri için özgürlüktür. Benim içinse, mavi beni hapis eden bir renkti..." Ben, Hazal Hancı. Ve bu da benim maviye olan düşkünlüğüm. Gelin, birlikte mavinin nasıl bir insanı mahvoluşluğa sürdüğünü öğrenelim...