Acı.
Acı nedir? Bir yok oluş mu, yoksa bir var oluş mu?
Acı, ölümdü. Doğumdu. Neşeli, mutlu sen ölürken, yerine mutsuzluğun, hissizliğin kapıldığı bir sen doğardı.
Ve ölen sen dirilmezdi. Sen hep o acıyla yaşardın, bir bakmışsın ki o acı sen olmuş. Öyle benimsemişsin, öyle kabullenmişsin ki bu acıya acı seninle bir bütün olmuş.
Gidemiyorsun, lâkin istediğinle gerçekleşmiyor bu. Acı seni esir almış. Acı seninle bir bütün olmuş. Bırakmıyor, seni sonsuz bir acıya sürüklüyor.
Ve sen artık o kadar alışmışsın ki bu acıya, sesini çıkartmıyorsun veya çıkaramıyorsun. Acı seni susturmuş. Lâl olmuşsun, konuşamıyorsun.
Acı değiştirir. Acı, seni farklı birisi yapar. Kendine yabancı olursun, tanıyamazsın. Ama artık bu sorun icap etmiyordur, çünkü artık alışmışsındır acıya, benimsemişsindir.
Ölmeden ölürsün. Defalarca kez, kimse görmez, kimse duymaz. Kimse gecenin karanlığında attığın sessiz çığlıkları duymaz. Umursamazlar.
Seni anlamıyorlar, seni anlayamazlar da çünkü kimse olaya bir de senin tarafından bakmaz. Bu yüzdendir senin ne halde olduğunu görmemeleri.
Sen gecenin karanlığında o karanlığa karışırsın. Artık sessiz çığlıklarını da atmazsın. Atamazsın. Bir gölgeden farkın olmaz.
Ruhun dolaşır; ama ruhun gibi de değildir. Gölge gibidir. Çünkü ruhun ölmüştür artık. Gölgen dolaşır sadece.
Ölmeden öldün sen. Ölmeden gömüldün. Kimse görmedi cesedini. Sahi, cesedin de mi yoktu? Senin gibi. Ama haklısın, var olmayan birisinin -Karanlığa karışmış birisinin- cesedi de olamaz.
***