İyi okumalar! :*
"Gözde ağlamayı keser misin? Gören de ölmüşüm de ağlıyorsun sanar." Tunç sargılı koluna elini koyarak bana baktı ama benim onu yatıştırabilecek olan şeyleri söylemem mümkün değilmiş gibi görünüyordu. Dokunsam daha da fazla ağlayacakmış gibiydi. Gözyaşlarını engellemeye çalışarak bize baktı ve başını iki yana salladı. "Anlamıyorsun, seni... kaybetmekten korktum. O kadar ani oldu ki ne yapacağımı şaşırdım, belki doktor çağırmak için çığlık atan yaşlı kadın olmasaydı öylece orada dikilecektim. Ben... bilmiyorum."
Yeniden ağlamaya başladığında onları yalnız bırakmaya karar verdim ve Ateş'i bulmak için koridor boyunca yürüdüm. Elinde iki kahveyle gelirken gördüğümde adımlarımı hızlandırarak yanına gittim. Elindeki kahvelerden birini alırken bir yandan da geldiği yöne geri döndürmeye çalışarak koluna giriyordum. "Sanırım biraz özel olarak konuşmalılar, yoksa Gözde'nin sakinleşeceği yok."
"Peki." Dumanı tüten kahvesinden koca bir yudum alıp bakışlarını çıkış kapısına dikti. Ben de aynısını yaptım ama onun gibi kapıya bakmaktansa yeniden yüzüne baktım. Yaşanan şeyden sonra tek başıma dışarı çıkmaya bir süre cesaret edebileceğimi sanmıyordum. Ateş bunu anlamış gibi yönünü kafeteryaya çevirdi. Cam kapının hemen yanındaki masaya oturup birbirimize baktık. Soracak yığınla sorum vardı. Neden o sapığın peşine düştün? Polisi aramak varken dağ adamı gibi davranmaya ne gerek var? Onu bulduğunda ne yapacaksın? Öldürmeyeceksin değil mi?
İç sesim yine türlü türlü senaryonun gözümde canlanmasına neden olunca zor da olsa bastırmayı başardım. Birbirini takip eden ve sonu gelmeyecekmiş gibi görünen sorulardan ilkini sormaya karar verdim. Üfleyerek kahvemden bir yudum aldıktan sonra ellerimi karton bardağın etrafında birleştirdim. "Neden onu arıyorsun?"
Hiç acele etmeden bardağı dudaklarına götürdü. İyice koltuğa yerleşti, gözleri tam gözlerimin içine bakıyordu. Çok basit bir denklemi çözememiş bir öğrenciymişim gibiydi bakışları bana karşı. Bu sorunun cevabını biliyormuşum gibiydi. Aslında tek bildiğim bana yapılanların hesabını sormak istediğiydi ama daha sonrasında neler olacağını bilmiyordum. Sorduğum soruya kendi kendime cevap verdiğimden sıradaki soruyu atlayarak en önemli soruyu dile getirdim. "Onu bulduğunda ne yapacaksın?"
"Bilmiyorum Gece. Sana yaptıklarının öylece geçiştirilmesini istemiyorum. Babasının ünlü bir iş adamı olması onu tüm suçlamalardan kurtarmaya yetecektir. Evet belki sevdiğine zarar veren bir adamı güzelce benzetip sonra da öldürecek biri değilimdir ama onu bulduğumda şu 'güzelce benzetme' kısmını düşüneceğimden eminim."
"Başını belaya sokmanı istemiyorum. Eğer başın belaya girerse bunun için kendimi suçlayacağımı biliyorsun." Dudağındaki kremayı yalayıp dirseklerini masaya dayadı. "Söz veremem." Ben de onu taklit edip dirseklerimi masaya koydum. Şimdi yüzlerimiz daha yakındı, gözlerinin eladan yeşile geçen kısmını seçebiliyordum. "Sensiz ne kadar savunmasız olacağımı unutma. Sana bir şey olursa tehlikelere açık hale gelirim. Kendimi koruyamayacağımdan değil ama ne kadar koruyabilirim emin değilim." Bunun onu etkilemesini umarak daha fazla bu konu hakkında tartışmayı önlemek için ayağa kalktım. "Gidelim mi artık?"
Koridorda yürürken dalgındı. Dalgınlığının sebebinin az önce söylediklerim olmasını umuyordum. Aslında haklıydım, o olmazsa fazla savunmasız kalacaktım. Gözde görüş alanıma girdiğinde biraz hızlanarak hemen yanına gittim. Bunun benim yüzümden olduğunu, Tunç'a bunu kimin yaptığını söylediğimden beri pek yüzüme baktığı söylenemezdi. Daha çok ağlamakla meşguldu ama Tunç ona ne söylemişse benim bir suçum olmadığını anlamışa benziyordu. Bir elini şişmeye başlayan karnına koymuş, diğer elinde simit bana baktı. Yanakları kuruydu ve yüzünde belli belirsiz bir gülümseme vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gerçek (Ara Verildi)
Romansa"Yaralarını tek tek kapatacağım." dedi bir elini yanağıma yerleştirirken. Gözlerindeki huzara bırakırken kendimi belli belirsiz başımı salladım. "Kendi yaralarının üstünü kapatmış olman benimkileri de kapatabileceğin anlamına gelmiyor." Dudakları al...