Birinci Bölüm: Ahu ben!

23 3 1
                                    

Kimsenin görmediği, saklanacağım bir yer yaptım kendime burada.
Benim inime hoşgeldiniz.
Burası benim sırrım ve sizi kendime ortak kılıyorum.
Ad yok, sosyal medya yok. Siz okuyacaksınız, ben zihnimi size dökeceğim.Kısa bir başlangıçla giriş yapıyorum bakalım.

Her aşığın birgün affedip affetmediğini görmek için diyelim o zaman...

Alıntı vs her şeyi bu platformda paylaşacağım.

Oy verip beni mutlu etmeyi unutmayın lütfen. Biraz motivasyon ve geri dönmem için nedenler bulmam iyi olur. 💕

***•••***•••***•••***•••

Elimdeki küçük belleğin hayatımı altüst edeceğini henüz bilmiyordum.

Onu bilgisayarıma takmadan önce kendime kahve yapmaya karar vermiştim. Sıcak, enfes bir kupa kahveyle birlikte Ortadoğu Kadınları adındaki tez çalışmamın son rutujlarını yapacaktım.
En azından o niyetle oturmuştum koltuğuma. Açılan ekranda beklediğim kadar çok dosyanın olmaması beni şaşırmıştı açıkcası. Çünkü bellekte on iki dosya olması gerekliydi ama karşımda sadece tek bir dosya vardı. O da bir videoydu.
Göktuğ'dan yanlış belleği aldığım o an kafama dank etti. O bana mutfakta içecek hazırlarken ben sabredememiş, odasına girip çalışma masasından belleği kapıvermiştim.

"Haydi ama!"diye isyanla söylendim. Göktuğ'a yanlış belleği aldığımı söyleyip diğerini bana getirmesi için yalvarmak zorunda kalacaktım. Koltuğun üzerine gelişigüzel fırlattığım telefonumla bakıştıktan sonra onu almak için uzandım. Bir elimle onu kavrayıp çekiştirirken diğeriyle de videonun üzerine tıklayıvermiştim. Sadece ne olduğuna bakacak ve merakımı giderecektim. Gözlerim avucumdaki telefonumdaydı. Son arananlardan Göktuğ'un adını bulmuştum ki bilgisayarımdan garip sesler geldiğini fark ettim.

Önce boğuk seslerden başta bir şey anlayamadım. Kafamı kaldırıp şöyle bir baktığımda ekranda sandalyede oturan bir adam ve hemen arkasında yüzü kar maskeli, elindeki ipi sıkıca önünde oturan adamın boynuna dolamış birini gördüm. Parmağım Göktuğ'un adının üzerinde kalakaldı. Telefonu sehpaya bırakıp ekrana doğru yaklaştım. Görüntü yirmi sekiz saniye idi. Adamın nefes alamamasından kaynaklı yere vuran ayaklarının sesi benim kafamın içinde çınladı. Korkunçtu. Sonra adam ayaklarını yere vurmayı bıraktı ve bedeni çuval gibi sandalyeye yığıldı. Arkasındaki de sıkı sıkıya tuttuğu ipin iki ucunu gevşetti.
Görüntü bitti.

Hepi topu yirmi sekiz saniye süren bir videoydu.

Bunu bir filmin parçası sanabilirdim. Bunu böyle düşünmekte oldukça mantıklı olurdu. Sonuçta belleği arkadaşımdan almıştım. Tanıdığım, güvendiğim, omzunda ağladığım arkadaşımdan...
Ama titreyen elimi klavyeme uzatıp görüntüyü başa sardığımda ekranda tanıdık gelen sima bana bunun film parçası olmadığını ispatlıyordu.
Boğularak öldürülen adamın, kırmızıya çalmış, şişmiş yüzünü tanıyordum. Bu, üç gün önce sosyal medyada trafik kazasında öldü diye gösterilen ve büyük bir cenaze töreniyle defnedilen Dış İşleri Bakanıydı.

Adamın fotografını üç günde o kadar çok görmüştüm ki aklım bile kırmızı alarm çalmaya başladı. "Yarabbim!"dedim korkuyla. Bunun Göktuğ'la ne ilgisi olabilirdi? Böye bir videonun onda işi neydi?
Endişeyle belleği bilgisayarımdan hızla çekip çıkardım. Bunu gidip aldığım yere bırakamazdım. Aptal değildim. Görmemişim numarası da yapamazdım. Önümdeki sehpayı hışımla itekleyip ayağa fırladım. Kahve dolu kupam sarsıldı ve sehpanın üzerine kahvenin birazı döküldü. Avucumun içinde sıkı sıkıya tuttuğum şey bir felaketti. Küçük salonumun içinde sağa sola amaçsızca adımlarken hızlı nefeslerime korkunun pusu sindi. İzlediğim şey gerçekse, montajlanmamış bir videoysa başım korkunç bir beladaydı.

AHUHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin