26

314 40 19
                                    

Kalabalıklar. Kalabalıklar içerisinde bir dolu yalnızlık, bu yalnızlığa çarpıp geçen bir avuç yabancı ve her birinde barınan tanıdık izler. Çıkılmaz sokakların duvarları, şahitlik ettiğimiz birçok yara ve daha nicesiyle, sadece yol yaratmaya çalışıyoruz bu hayatta. Düzmüş, engebeliymiş, dağı varmış, taşı yokmuş...bilmem kaç bin tane yolun içerisinde bulmuştum en yokuşlusunu. Aşamıyordum da. Ne yaparsam yapayım, hangi sokağa karışırsam karışayım, benim yalnızlıklarım yalnız bir kişiye çarpıp duruyor, yanından da geçip gidemiyordu.

"Susacak mısın?"

Kendi evimin yabancısıydım şimdi. Geldiğimde, yüzündeki panik ifade ve benim o ifadeye aldanmayıp yanından geçip gidişim zihnimide git gel yapıyordu. Konuşmamız gerektiğinin farkındaydım ancak ne yapacağımı bilmiyordum. Ellerim, dizlerime yaslanmış, parmaklarım da çenemenin altındayken öylece düşünüyordum. En nihayetinde sesini duymakla, bakışlarım masanın üzerindeki sigara paketinden ayrılmış, onu bulmuştu.

"Yokluğumu fırsat bilmişsin." neyi ima ettiğimin farkındayımış gibi, bakışlarını masanın üzerindeki pakete dahi çevirme gereksiniminde bulunmamıştı. "Boşluğunu zehir bildim," demişti, yutkunmamı zorlaştırırken. "Dolduramadı, tıpkı üç yıl boyunca olduğu gibi."

Burnumun ucundaki sızıyı görmezden gelip, dudaklarımı birbirine bastırmış ve kafamı hafifçe yukarı kaldırmıştım. "Konuşmamı istiyorsun," demiştim, ayağa kalkıp, duvara yaslı bedenine ilerlerken. Sesim sakindi ancak vücudum yanıyordu. "Tanrı aşkına, Taehyung, konuşmamı istiyorsun ancak senin susmaktan başka meziyetin yok. Kim bilir öğrenmesem, daha ne kadar devam edecektin bu sessizliğe bilemiyorum."

Dudaklarını yalayıp, başını eğdi. Bir boyun eğişti bu. Gülmüş, kafamı iki yana sallamıştım. "Sürekli bunu yapıyorsun," kaşlarını çatmış, başını dikleştirmişti. "Sürekli susacak, yalnızca vicdanımın sesi mi olacaksın böyle?"

"Soruların yok muydu?" Dedi, lafımın hemen peşinden. "Sor." Ellerini iki yana açmış, sırtını duvara yaslamıştı. Anlamsızca baktım ona, bir cevap olmak istercesine yeniden araladı dudaklarını. "Ne acelem var, ne kaçtığım. Yalansız, en yalın hâliyle, bütün gerçeklerle karşındayım. Susturacağım dedim," demişti, gözleri dudaklarımda takılı kalıp, sonrasında yeniden gözlerimle buluşurken. "Sor hadi, neyi bekliyorsun?"

Düşüncelerimin önüne barikat kurmak zordu. Özellikle sorularım, onu kırabilecek ve bizi bambaşka yollara itebilecek tehlikedeyken, konuşmak epey güçtü. Üstelik gafil avlanmıştım. Bu, tıpkı cevap vermek istemene rağmen emin olamadığın bir matematik problemi gibiydi. Sanki öğrenci bendim de Taehyung, benden bir adım bekleyen öğretmen gibiydi. Ne diyecektim? Her şeyi ortaya dökmüştü.

Soruları bahane edip, gelmemiş miydim?

Derin bir nefes aldım. Şakaklarımı ovdum, biraz daha nefeslendim. Salonun hemen solunda kalan büyük cam, gerisindeki manzarayı gözler önüne sererken bir süre sadece ışıltılı binalara baktım. Taehyung, zihnimdekiler tartıp biçtiğimin farkında olmalı ki hiç ses etmedi. Yalnızca, bekledi.

Bakışlarımı ona çevirdim en nihayetinde. Ağzım kaç defa açıldı-kapandı saymadım. Sonra, ne olduğunu anlamadım ona bakarken. Buraya gelirken harlanmış öfkem, hırsım, ateşim son bulmuştu. Soracağım hesabın canı cehenneme dedim bitikliğine bakarken. Birden omuzlarım düşmüş, dudaklarımı ıslatma ihtiyacının hemen peşinden, "İyi misin?" diyebilmiştim, tek nefeste. Tüm kasları gevşedi böylelikle. Gergin olduğun ancak böyle fark etmiştim. Şaşırmış, hatta sırtını duvara dayadığı omuzları hafifçe düşmüştü.

"Asıl sen iyi misin, Tsu?"

Ağzını şaşkınlıkla aralamıştı ancak kapatması uzun sürmedi. Gözlerini kırpıştırdı birkaç kez, uzunca yüzüme baktı. Hafifçe dolan gözleri sebebiyle kafasını eğerken bakışlarını benden kaçırmıştı. Sıkıntılı bir nefes aldım bu görüntüye. Yanlış yapıyordum. Onu böylesine zan altına bırakmak, başından beri yanlış olan şeydi.

akla karaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin