Eposide 3: close contact
🌆
Dinlendiğine emin olduğum kabın içindeki hafif krem rengimsi hamuru elime aldım ve temiz tezgaha koydum. Hamurun avcumun içinde oyanlanmasını sürdürdüm. Jeongguk'un evindeydim. O, benim isteğim üzerine bu saatte Markete gidip birkaç çikolata almayı kabul etmişti. Umuyordum ki market yakınlarda olurdu. Elimin altındaki hamur iyice kıvama gelirken derin nefes aldım içime.
Fransa güzel bir ülkeydi. Yaklaşık üç yıl önce buraya gelmiş ve eğitimlerime burada devam etmiştim. Fransa benim hayalim falan değildi açıkçası. Yine korede yaşamak isterdim bana kalsa ama şartlar bunu öne sürmüştü.
Yıllar önce lisede iken jeongguk ve ailesi fransa'ya taşıyacağını söylemişti. Lisenin son senesi gitmişti jeon'lar. Jeonlar bizim aile dostumuzdu. Jeongguk ile babalarımız küçüklükten beri arkadaşlarmış. Bu sebepten annelerimiz de yakınlaşmış, ortam iyice kaynamıştı. Lisede arkadaşım olan soyeon zaten dil bölümü okuduğu için farklı ülkelere ve kültürlere çokça meraklıydı. Benim gideceğim zaman ona da gelme fikrini sormuştum. Bi süre sonra kabul etmesi ile zaten dünden gelmeye razı olan jimin, soyeon ve ben fransaya gelmiştik.
Planlarıma göre üniversiteyi burada bitirip-ki sadece bir ila bir buçuk sene kaldı- eğer güzel bir iş bulursam burada, bulamazsam da tekrar koreye dönecektim. Yani dönebilirsem eğer.
Bu koreye tekrar dönme fikri midemde bir burkulma hissiyatı oluşturuyordu.
Yani...sanırım Fransa'daki ayrılmak istemiyordum.Kesinlikle.
Başka ne gibi sebebi olabilirdi ki?
Buraya taşınmak da kolay olmamıştı. Babamın desteği ile maddiyat olarak avantajlıydık. Yinede alışma sürecimiz zor olmuştu. O zamanlar bir yıldır görmediğim çok yakın arkadaşım jeongguk bizim fransaya alışmamıza yardımcı olmuş, yer yer gezdirmiş ve paris'i sevmemizi kolayca sağlamıştı.
Jeongguk'a minnettradık. Gerek ben, gerek soyeon. Jimin'in halası zaten burada yaşadığı için sıkça buraya gelip giderdi tatillerde.
O yüzden alışma gibi bir sorunu olmamıştı. Cassandra hala tek yaşayan bir kadındı. Orta yaşlarının çoktan sonuna gelmiş, aklaşmış saçlarına rağmen hayata sıkı sıkıya tutunmuş bir kadındı. Onu örnek almak benim için onurdu. Hayat felsefesi oldukça hoştu. Onunla ayak üstü bile olsa oturup sohbet etmeye bayılıyorum.Jimin halası ile birlikte bizim evimizin olduğu sokağın bir aşağı mahallesinde oturuyordu. Üniversite ise bir başka uçta idi. Hergün otobüsle gitmekten nefret etsem de ara ara jeongguk gelip beni alıyor, böylece birlikte gidiyorduk.
Tabi ona yük olduğumu düşünüp gelmesini istemesem de beni dinlemiyor ve yine geliyordu.Tek katlı müstakil ve tatlı bir eve sahipti jeongguk. Bir tane doberman cinsi köpeği vardı. Şimdiyse uyuyordu ama uyansa eminim şuan bu hamuru yoğurmama izin vermez ve benimle oyunlar oynamaya çalışırdı. Hatta bazen jeongguk yalancı bir sinirle 'köpeğim seni benden çok seviyor.' Ya da 'ona büyü mü yaptın?' Diyerek benle eğleniyordu.
Evin dışından gelen motor sesi ile bakışlarım mutfağın ön bahçeye bakan penceresine kaydı. Jeongguk elindeki büyük poşeti siyah motorunun yanına koyduktan sonra eldivenlerini çıkarttı. Sonra elleri kaskına gittiğinde yavaşça çıkarttı metal parçayı kafasından. Jeongguk aksini iddia edemeyeceğiniz kadar yakışıklıydı. Biraz sinir hastası olabilir ama bu çokta takıldığım bir detay değil açıkçası. Onu olduğu gibi seviyordum.
Kaskı sağ kolunun altına koyup poşeti de sol eliyle tutarak evin bahçesine adımladı. Birkaç saniye sonra çalan 'dindon' sesi ile ellerimi hamurdan çektim. Hamuru yoğurmadan önce koyduğum kaba geri koyduktan sonra kabaca ellerimi yıkadım. Koşarak mutfaktan çıktım ve birkaç saniye içinde kapıya ulaştığımda metal kulpu tutup çevirdim.