tanışlar vedalarla ilişiktir

132 9 25
                                    




"tarihler 24 kasım 2010'u gösterirken bir bomba da  yeonpyeong adasına düştü, 17 sivil yaralanırken 2 asker de hayatını kaybetti. adada yaşayan halk evlerini terk etti. medyaya henüz herhangi bir bilgi verilmedi ve bu yüzden bir çok grup eylem yapmak için sokağa döküldü..." gözlerimi eskitme tüplü televizyondan ayırırken beraberinde gelen cızırtılı ses birkaç saniyeliğine kulağımı tırmalanıyor

"ortalık yine karıştı! kuzeyin sınırlarına karşı bir önlem almıyor ki hükümet, şuna bak daha bir açıklama bile yapmamışlar!" marketin kasasında kaşlarını çatarak televizyonu izleyen orta yaşlı adam dakikalardır ürünlerimin geçmesini bekleyen beni fark etmiyor henüz. boğazımı temizleyip dikkatini aldıklarıma yöneltmesini amaçlıyorum ben de.

"dört bin beş yüz won." diyor nihayet işini bitirdiğinde. cebimdeki bozuklukları uzatırken suratında memnuniyetsiz bir tavır oluşması birkaç saniyeliğine bundan keyif duymama sebep oluyor.

"sen yeni misin buralarda?" diyor, iki senedir bu mahallede yaşıyor olmama karşın sık sık soruyor bunu. "hayır, iki senedir buradayım ve bunu daha önce konuşmuştuk."

adamın yüzü aydınlanır gibi oluyor birkaç saniye. "hatırladım! hyunjindi değil mi? sangmyung da okuyordun sanırım! kusura bakma, yüzleri seçemiyorum pek."

kafamı sallıyorum onaylarcasına. "ne okuyordun?" diye devam ediyor aldıklarımı poşete yerleştirirken. konuşmak istediğini anlayabiliyorum ancak sohbet edecek havamda değilim pek.

"fotoğrafçılık." ne söyleyeceğini de tahmin edebiliyorum elbette.

"boş meslek, para kazandıracak bir yere yerleşseydin ya!"

poşeti elinden alırken söylediklerine sinirlenmiyorum bile, hafifçe gülüyorum. "memnunum ben." diye kısa kesiyorum. o sırada marketin kapısı açıldığını duyuyorum, adım sesleri kasaya yaklaşırken adam, ki gerçekten ismini anımsayamıyorum, sesini yükselterek konuşuyor.

"jeongin! gözümüz yollarda kaldı!"

rugan ayakkabıların sesi marketi doldururken jeongin diye bahsettiği kişi yanıma doğru adımlıyor.
"ben yokken marketi bırakacak birilerini bulamadın değil mi bay soo"

kalın ve tok ses ilgimi çekiyor ancak ona dönmüyorum gereksiz bir tavırla, insanlarla yüzyüze gelmekten sahiden hoşlanmıyorum.

"kolay gelsin." diye kısa bir kafa selamı veriyorum hızlıca oradan ayrılmak adına. konuşmamla yanımdaki genç bana dönüyor, yüzüne bakmasam da hissedebiliyorum bunu.

"hyunjin! gel bak jeonginle tanıştırayım seni." diyor bay soo'da sanki kırk yıllık ahbapmışız gibi. yazın sıcağında basık bir markette bulunmak istemesem de arkamı dönüyorum tekrar ona doğru. kabalık etmek istemiyorum pek.

"aynı üniversitedesiniz, gerçi jeongin dondurmuştu okulu ama geldiğine göre devam eder herhalde."
sözleri bittiğinde bahsettiği jeongine dönüyorum.

ona ilk döndüğümde gördüğüm şey sanki 2010 da değil de elli yıl öncesinde yaşıyormuşuz gibi gözlerine taktığı büyük çerçeveli gözlüğü oluyor. iri gözleri bir tilkiyi andırırken o da aynı gözlerle beni inceliyor.

siyah saçları dağınık duruyor epeyce ancak sırıtmıyor bu dağınıklık. kemikli yüzüne küçük bir gülümseme kondurup kafasını eğip selam veriyor.

"ben jeongin, memnun oldum."

"hyunjin." diyorum sadece.

"hyunjin de fotoğrafçılık okuyormuş, para kazandıracağını sanmıyorum ama en azından düğün fotoğrafçın tamam jeongin!" adam komik bir şey söylemiş gibi irite edici bir kahkaha atıyor. jeongin gülümsemeye devam ederken ben kaşlarımı çatıp soruyorum.

öğlen ayartması | hyuninHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin