aylar önce yazdığım kısa tek bir bölümlük hikaye. yıllar sonra burada bir şeyler yayınlamak garip hissettiriyor ama boş boş taslaklarımda beklemesin diye düşündüm. kimsenin okuyacağını sanmıyorum ama eğer okursanız, iyi okumalar, umarım size az bile olsa bir şeyler hissettirebilir <3
not: hikaye tamamen angst.
-
new york'ta bir otel odasındayım. kocaman camları var, tüm şehir ayaklarımın altında gibi hissettiriyor. sanki şu an istesem, tüm dünyanın hakimi olabilirmişim gibi. sanki pencereyi açsam ve bağırsam, tüm new york halkı, hatta bırak tüm new york halkını, tüm new york beni dinler gibi hissediyorum. new york'un tüm ağaçları, tüm sokak hayvanları, gece geç saate kadar ofislerine tıkılıp kalan insanlar, hatta beşiğinde uyuyan bebekler bile. beni dinlerler gibi hissediyorum. beni dinlemeliler. keşke beni dinleseler. sanki bir yerimde kocaman bir ağırlık varmış gibi hissediyorum. tam yerini kestiremiyorum. bazen boğazıma oturuyor, yutkunamıyorum. bazen iki göğüs kafesimin tam ortasında oluyor, nefes alamıyorum. sanırım bazen göz pınarlarımın kenarlarına bile gelebiliyor, işte o zamanları ağlayamıyorum. ki bu sanırım en sinir bozucu olanı çünkü sen gittiğinden beri düzgünce yapabildiğim tek şey bu. sık sık ağlıyorum, ki bu artık normal gelmeye başladı. bazen farkında bile olmuyorum, gözyaşları öylece gözlerimden akıyor. sanırım o iğrenç ağırlığın olmadığı tek yer zihnim ve kalbim. oralarda sen varsın. her bir köşesinde, her bir boşlukta sen varsın.
hiç geçecek mi? geçmesini istiyor muyum? bu sorunun cevabından o kadar korkuyorum ki. her şey çok zor. o kadar zor ki, şimdi gökyüzü çok daha fazla kucaklayıcı görünüyor.
acınası haldeyim. böyle olmamdan nefret ederdin, ki bunu bile bile acınası halde olmaya devam ediyorum, bu yüzden de kendimden nefret ediyorum. seni unutmam gerekiyor gibi hissediyorum, sanki aksi halde başa çıkamam gibi hissediyorum, seokjin.
tanrım, o kadar zor ki. gözlerimi kapattığım anda aklıma sen geliyorsun. seni son kez görüşüm aklıma geliyor.
yatakta yatıyorum, omuzlarıma kadar pike örtülü çünkü üstümü örtmüşsün, hep örterdin. örtmeden önce omuzlarıma hafifçe kondurduğun öpücüğü bile anımsıyor gibiyim. normalde beni uyandırmazdın ama tanrı'ya şükürler olsun ki, o gün minik rj anahtarlığını taktığın çantan sen odadan çıkmadan hemen önce yere düşüyor. çıkan gürültüyle gözlerimi aralıyorum, orada öylece kaldırdığın geniş omuzlarınla ve saçma yüz ifadenle durup bana bakıyorsun. uyandığımı fark edince ilk önce omuzların düşüyor ve ben daha bir şey bile diyemeden çantanı yerden kaldırıp yanıma geliyorsun. "uyumaya devam et," diye mırıldanıyorsun, sesin hala kısık ve boğuk. "eve ne kadar geç geldiğini biliyorum, üzgünüm namu. dirseğim çarptı." elin yavaşça alnıma gidiyor ve oraya düşen saçları nazikçe geriye doğru tarıyor. tanrım, o kadar güzelsin ki. "sorun değil, seni görmüş oldum. yoksa şirkette falan karşılaşmayı bekleyecektim." deyip güldüğümde, sende gülüyorsun ve alnıma öpücük kondurup kalkıyorsun. "şirkete geçince sana mesaj atarım, öğle yemeğine yetişirsen beraber yeriz." diyorsun. başımı sallıyorum ve sen tam arkanı dönmüş gidecekken, "hyung," diye mırıldandıktan hemen sonra uzanıp elini tutuyorum. "saçların hala ıslak, tamamen kurutmadan çıkma. hasta olacaksın, şarkının kayıtları bekleyebilir." baş parmağın yavaşça elimi okşuyor. "zaten yeterince geç kaldım, bir şey olmaz." diyorsun ve benim ısrar etmeme bile izin vermeden, saatler sonra bana bir poşet içinde verecekleri kanla kaplı olacak olan ceketini üstüne geçiriyorsun. yakışıyor. evden çıktığını, kapının çarpış sesini duyuyorum. uykuya dalıyorum, senden asla mesaj gelmiyor. onun yerine hastaneden arıyorlar ve sana bir araba çarptığını, durumunun kritik olduğunu, çabuk gelmem gerektiğini çünkü bunun seni son kez görebilme ihtimalimin olduğunu söylüyorlar. haklı çıkıyorlar. hastaneye bile yetişemiyorum. doktorun durumunu söylemek yerine, ölüm saatini söylüyor, üzgün olduğuyla ilgili bir şeyler geveliyor ama anlamıyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
one day, to the moon, i wrote a long letter - namjin
Fanfictionnamjoon, gökyüzünde asılı kalan ay'a mektup yazıyor çünkü başka bir çaresi yok.