kan kokusu yüzükten geliyor

44 6 4
                                    

bak, gözlerime bak orada birinin ölüsü yatıyor kim olduğunu biliyorsun, siyah kısa saçlı kız, kısa saçlardan nefret ettiğimi de bildin, köşede bir mum yanıyor bitmek üzere, bittiğinde yanacak mı tüm oda, kızın uyuduğu yatak, dağınık ahşap masa, okuduğu kitaplar, o kitaplardaki çirkin karakterler, yoksa, yoksa kendi kendine sönecek mi alevler, bunu bilebilir misin, sönecek dersen inanırım.
korkuyorum, üç ay önce yüzüğümü çıkardım, biliyorsun yüzüğün önemini, eksiktim, bir elim eksikti, eksiklik insanın canını bu kadar mı acıtırmış, bambaşka biri oluverdim (olamadım), unuttum ben neleri seviyordum, neler giyiyordum, en sevdiğim renk hangisiydi, sen hatırlıyor musun, bilmiyorum. hatırlıyorum dersen, ve bana anlatırsan beni, inanırım.
siyah kısa saçlı kız, iyi olacak mı, öldü ama yine de iyi olacak mı, diğer tarafa nasıl gitti, şu an napıyor, neden ölüp yok olduğunu hissetmiyorum neden hala orada? cesedi baş ucumda diye mi? hala okyanus kokuyor diye mi? teni soğukluğunu kaybetmediği için mi? saçları yanmış mum ipi gibi kopup etrafa saçıldığı için mi? onu bırakıp gidemediğimden mi? unutamadığımdan mı? hangisi, hangisi söyle, sen hangisini dersen ona inanırım.
ölmeden önce bana yüzüğümü sormuştu; "çıkaracak mısın?"
"asla" demiştim.
cevap ver, yüzüğüm nerde, her zaman orta parmağıma bir küfür gibi taktığım o yüzük nerde, hangi okyanusa düşürdüm, hangi okyanus yüzüğümü çaldı benden söyle, sen bilirsin, bu taşın altında dersen inanırım.
mum bitti, hiçbir şey yanmadı, zavallıca sönüverdi olduğu yerde, ne alevler oldu ne çirkin karakterler öldü, kızın cesedi canlanır gibi oldu, yanına gittim, elinde bir zarf vardı, açtım:

"her zaman bir şeyler karalardın, okuturdun, hiç iyi yazamazdın, hiçbir yarışmayı kazanamadın, kimse kompozisyonlarını yarışlara katmak istemedi bile, kendi kendine yazıyordun, yazdıklarını da beğenmiyordun ama yazmadan da duramıyordun, günde üç belki dört defa okurdun tekrar tekrar yazdığın şeyleri, okudukça daha da çirkinleşirdi, arada bir iki kişi yazılarını beğendiğini söylese de tatmin olmazdın, seni tatmin edebilecek bir şey yoktu, hayatın sonlacağını düşünüyordun, sonun başlangıcındaydın ve hiçbir şey yapasın da yoktu, yazsan da yazmasan da dünyanın sonu gelecekti, ya da senin sonun, ölümü düşündükçe yazamadın, yazamadıkça ölüm düşüncesi peşini bırakmadı, ne yazabildin ne yazmayı bırakabildin, derken kalemin seni istemez oldu, pek nazlıydın, insanları kendinden soğuttuğun gibi nesneleri de kendinden soğuturdun, masan, kalemin, defterin ve kitapların senden nefret ederdi; sende insanlardan. insanlardan kaçıp yazıya sığındıkça boşluğa kubanlık bir et parçası gibi asıldığını anlamazdın, kalemler her insanla arkadaşlık kuramaz, sana da öylelerdi, ona gidip derdini anlattıkça rezil ederdin kendini, kimse derdini dinlemek istemiyordu, ağzını açtığın anda bütün olumsuzluklar sıralanırdı diline, dilin bile nefret ederdi senden, bilerek söylemek istediğin sözcükleri değiştirir sana düşmanlık ederdi, farkında değildin, saf da değildin, salaktın, giyinmeyi bile beceremezdin, her şey paçavramsı dururdu üzerinde, simsiyah olmayı denedin, renkleri kendine küstürdün, renkli giyinmek istediğinde özür bile dilemedin zorbalığına uğrayan renklere, öylece içlerine daldın, hiçbiri istemedi seni, siyaha geri döndüğünde terk edilmişliğin verdiği güvensizlik vardı onun da üzerinde. sonra biriyle tanıştın, her insanın sevdiğini ve sevildiğini fark ettin, ama geç kalmıştın çünkü sen soyutla boğuşurken çoktan unutmuştu insanlar seni, güzelliğin de üstünden uçup gitmişti, ne sevenin oldu ne de sevdiğin. sonra derslerin terk etti, hiçbir halt anlamadın, tüm gün çalınan o yedi saatini nerede bulacağını bilemedin, hırsızın açığını da bulamadın, nefes almak uğruna yedi saatlik bu haracı kabul ettin, zaman sana küstü. kalan on dört saatinin altı buçuğunu da uykuya kaptırınca her şey karıştı, nasıl olduysa hayallerin sana küstü. ama hala yazmak istiyordun, yazmak için yalvarıyordun, realist kediler paçalarından asılır ve derini parçalarlardı, buna rağmen yazıyordun, o absürt yazıların insanlığı üç beş yüzyıl geriye götürürdü, lanet olsun yazıyordun, o iğrenç cümleler kalıcılaşıyordu ve insanlara veba olarak geri dönüyordu, hepsi boktan beterdi, yazıların kimsenin umurunda değil, biliyordun..."

ellerim titriyor, yüzüğümü buldum, okyanus değil kurşun kokuyor; sen, bunu biliyor musun, kan kokusu yüzükten değil kızdan geliyor dersen inanacağım.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Feb 14 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

onu öldürenin de bir yüzük olduğu biliniyorHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin