24.Bölüm

521 64 15
                                    


Bölümümüzü bana Auxilium adında bir serim olduğunu ve hala okunduğunu hatırlatan İrem'e ithaf etmek istedim.

Keyifli okumalar dilerim.

24.Bölüm

"Seninle işim yoktu."

Kelimeleri o kadar süratle telaffuz ediyordum ki ben bile neredeyse artık Amerikalı olduğumu düşünürdüm.

"Demek ki birimizin hala birimizle işi varmış."

Sessizce yutkunurken, çantamın tek askısını usulca çekip sırtıma kaydırdım.

"Lex nerede?"

Andy, gözlerini devirirken ellerini keten kahverengi pantolonunun ceplerine sokuyordu, uyuşuk adımlarla yanımdan geçip, bir iki adım arkamdaki koltuğa oturdu.
Arkamda olması tedirginlik yaratıyordu, bedenimi ona çevirip karşısında dikilmeye devam ettim. Gözümün önünde olması daha az endişelendiriciydi. Geniş, koltukta kaykılarak yayılırken gözlerimdeki sabırsız pırıltılardan haz aldığına kalıbımı basardım.
Adi, sadist tilki.

"Seninle konuşurken neden ağzından şu üç sıkıcı mevzudan başka bir şey çıkmıyor?"

Durgun bir ifadeyle beni inceleyen adam baktım. Yüzünü yana yatırmış, yaslandığı tekli koltuğun ahşap kollarına her iki dirseğini de dayamış ve avuç içlerini birbirine geçirmişti. Kahverengi kirli sakalıyla, sakalından bir ton açık bakır kahvesi dalgalı saçları her zamankinin aksine derli toplu hatta bakımlıydı. Üç mevzu, kelime öbeği kafama takılsa da kaşlarımı çatmakla yetindim.
Hala sorumu yanıtlamamışken, bir elim istemsizce içindeki madalyonu saklamak istercesine çantamın askısına gidiyordu. Her seferinde kendi beden dilime hakim olmaya çalışsam da galip gelemiyordum.
Odaya derin bir sessizlik çöktüğünde yamuk gülümsemesiyle iç içe girmiş ellerini ayırırak, başparmağını kaldırdı.

"Timsah."
İşaret parmağını kaldırdığında dudaklarındaki tebessüm acı doluydu.
  "Alex." derken, tıslarcasına seslendirmişti baştimsah'ın ismini.
Orta parmağını da kaldırdığında, parmakları üçlemişti. Üçüncü ismi beraber zikrederken tereddüt dahi etmemiştim.
"Rick."

Andy, yüzünü buruşturarak telaffuz ediyorken ben daha kısık bir fısıltı ve ifadesiz bir çehreyle eşlik etmiştim.
"Neden?" diyerek, sorusundaki ısrarcılığı yineledi. Kayıtsız kalmaya devam ediyordum.
"Bana cevap ver."

Gözlerimi sinirlenmeye başlayan, simasından çekip etrafı süzdüm. Tahtayla kapatılmış pencereleri inceler, tahta parçalarının üstlerine çakılmış çivileri denetlerken dişlerimin arasından homurdandım. Bir yandan minik adımlarla pencere seyreliyordum.
"Andy, bak bu da senin oyunlarından biri değildir umarım. Çünkü bu defa Lex'e her şeyi anlatacağım ve onu durdurabileceğimi de zannetmiyorum."

Parmaklarım merakla çalışma masasının çapraz, arkasında kalan geniş pencerenin kapatılmış suntalarına uzanırken, elimi kavrayan güçlü parmaklarla irkildim.
"Ben de ona bu saatten sonra herhangi bir şey yaptırabileceğini sanmıyorum."

Kaba eli, beni masaya yürütmeye diretirken, inatlaşarak pencere önüne çakılmış gibi hareketsiz kalıyordum.
"Ne demek istiyorsun?" dedim, öfkeyle.
Parmaklarımdaki eli, bileğime kayarken,
"Otursana." diye garip bir rica da bulundu.
Ses tonu kibarlıktan kırılıyorken, gerçekten bakıldığında kırılan ancak bileğim olabilirdi.
"Hayır." diye, hırladım kolumu kurtarmaya çalışırken beni belimden yakalayıp zorla masanın başındaki tekerlekli sandalyeye oturtmuştu.
Sandalyemi ittiğinde, masayla aramda hiç boşluk kalmamasını sağlamıştı. Öyle ki, ahşap masa montumun altından göğüslerimi sıkıştırmıştı. Bedenimi dikleştirip, sandalye de düzgünce otururken başımı sandalyemin arkasına yaslanan Andy'i seçebilmek adına sağa sola çeviriyordum. Omuzlarıma attığı ellerini hissedince hiç olmadığım kadar kasılmıştım, nefesi boynuma çarparken kulağıma tehlikeli bir ateşle fısıldıyordu.
"Baktım, sen beceremiyorsun ben de aramızdaki üç mevzuyu ortadan kaldırayım dedim." Gözlerim fal taşı gibi açılırken masanın altından çantamı sıkı sıkıya tutuyordum. Derin bir nefes alıp, kendimi uyardım. Kesinlikle blöf yapıyordu. Blöf. Blöf olmalıydı. Doğrulduğunda, ellerini omuzlarımdan eziyet gibi gelen birkaç yavaş saniyede çekiyorken bir yandan konuşuyordu. "Gerilmeni istemem."
Son harfi uzatabildiği kadar uzatarak masum bir tavır takınmaya çalışmıştı. Arkamdaki yerini, bırakıp benim yanı başıma kurularak, sandalyemi kendine doğru çevirmiş ve hemen önüme; masaya kalçalarını dayayarak kollarını birleştirmişti.
"Üç mevzu diyordum Ecel."
Kafasını, başımın hizasına eğerek yüzlerimizi neredeyse birleştirdi.
"Beni dinliyor musun?"
Başımı arkaya atarak, ayaklanmaya çalıştım.
"Seni dinlemiyorum çakal."
Kalkmamla, ayaklarımın yerden kesilmesi bir olmuştu. Andy, omzumdan beni sandalyeye düşecek şekilde düşmanca iterek sandalyeyi tamamen kendine çekip, sandalyenin kollarını benim kollarımmışlarcasına mengene gibi kavradı.

Auxılıum Serisi II; AlavanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin