şefkat belki bir yabancı kadar yakınımızdadır

38 5 28
                                    



bahçesinde nergisler, begonyalar eken yaşlı bir amca olsaydım eğer; çocukların bahçeye kaçırdıkları topları yırtıp sokağa doğru atıverseydim bu beni hiç şaşırtmazdı. huysuz, aksi bir ihtiyar olup kırışık yüzümle insanların morallerini bozar ve kimsenin beni sevmemesini sağlardım. tek düşündüğüm maddi kaygılar olurdu ve bu somutluk beni rahatlatırdı.

ancak şimdilerde kalbimin atışını hissetmeye başladığım vakitlerde bütün bu ağırlık dışında büyük bir korkaklık hissediyorum. göğüs kafesimin ortasında tüm organlarım hastaymış gibi hissettiren bu his beraberinde onlarca felaket senaryosunu bir tutam korkuyu yine aynı yere, göğüs kafesime ekiyor. düşünceler bu korku tohumlarını filizlendirmek ister gibi sulayıp yeşillendiriyor onları ancak bu yeşillik de jeonginin sevdiği bir yeşillik değil.

jisungun defalarca kez kapıma gelip ne olup bittiğini sorması, hiç beklemediğim bir şekilde minhonun bana ılımlı yaklaşması neler olduğunu gözler önüne seriyor elbette. bir ruh gibi görünüyorum.

jeonginlerin evine gitmemin üzerinden tam beş gün geçiyor. bu beş günün benim için nasıl bir azap olduğu hakkımda bir fikriniz yok elbette o yüzden izin verin sizlere anlatayım.

öncelikle o mide bulantısından sonra devamlı olarak kusuyorum, öyle ki midemde hiçbir şey olmasa bile klozetin başında kendi öğürme seslerimi dinlemek zorunda kalıyorum. bu hisler bedenime öyle yabancı ki en başta tepkisini o koyuyor ortaya.

yemek yiyemiyorum, aynaya baktığımda gördüğüm görüntü beni korkutuyor çünkü henüz beş gün olsa da zayıf bedenim iyice ortaya çıkıyor.

uyuyamıyorum, göz altlarım çökük ve morarmaya dönük bir şekilde bana el sallıyor. uykum olmadığından değil, uyuduğumda göreceklerimden korktuğumdan belki bilmiyorum.

bir erkeği sevmek.
hayır, daha da önemlisi bir erkeğe çoktan aşık olmak.

bu beş günün tek etkisi bedenime karşı verdiğim mücadale olmuyor elbette. saatlerce hiçbir şey yapmadan düşünüyorum, şimdiye kadar uzak kaldığım, belki düşünmek istemediğim her şey birer birer zihnimin kapılarını çalıyor.

aslında o küçük garajda, jeonginin ellerini ellerimin üzerinde hissederken dahi farkında olduğum gerçeklik beş gün boyunca zihnimin odalarında gezinip duruyor.

önce sindirmeye ve anlamaya çalışıyorum, hemen bir isim koymuyorum. ne olabilir diyorum kendi kendime; beni böyle derin bir kuyuya iten, yataklara düşüren bu his de neyin nesi diyorum.

aşk diyemiyorum, dilim varmıyor bir türlü. bu üç harflik kelime baa öylece uzaktan göz kırparken ben sesimi dahi çıkaramıyorum. görmezden geliyorum.

sonra bir şekilde, uykusuz kaldığım bir gecenenin sabahında; tavanı seyrederken korkak ve titrek bir sesle itiraf ediyorum kendime. 'aşk.' diyorum önce.

gözümden akan bir damla yaş yastığı ıslatırken devam ediyorum. 'onu seviyorum.'

bunun ne denli korkutucu olduğunu sizlere anlatamam. bir erkeğin başka bir erkeği sevebileceğinden dahi haberim yok sanki, bu gerçeği daha önceleri duysam da sanki hiç kabul ettirememişim kendime. hepsi deli saçmalığıymış gibi düşünüp üstünü örtmüşüm öylece.

ve sanki üstünü örttüğüm bu hisler de intikam alır gibi ben korkuyla beklerken karşımda beliriyor zaten sonra. 'bak, biz buradayız ve gerçeğiz!'

üstelik tek sorun bu da değil, bir şeyleri kabullendiğimden söylemiyorum bunu; hala içimde büyük bir karmaşa yaşıyorum.

bütün bunlardan önce jeongin nişanlı.

öğlen ayartması | hyuninHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin