Kapı önünde biraz oturduk. Sohbeti uzun tutmadık. Üstünde ki sorumluluğa ve işine mani olmak istemedim. Kısa konuşmaların ardından selamlaştık. Evime doğru yöneldim. Binanın kapısına geldiğimde, duvara kazılı olan harfler gözüme takıldı. Bir kaç anı birden adım gibi düşüncelerimde canlandı. Büyüdüğüm bu sokakta arkadaş ve dost olduğum herkes harflerini sırasıyla buraya kazımıştı. O zaman verilen sözler zamanın öldüremeyeceği kadar canlı gözüküyordu. Ama şuan o harfler topluluğunun olduğu bağlılıktan sadece biriyle görüşüyorum. O da yaklaşık on saatlik mesafe uzaklıkta.
Zamanın yaşattığı acımasızlık buydu, seni anılarının hissettirdiği mutluluktan söküp alırken, sonsuz gibi gelicek ızdırap ve eksik duyguları zihnine yerleştiriyordu. Madalyonun öteki yüzü çok karanlık bir yansımaydı. Herşeyi yok edebilme gücü vardı. Elbet kazanırdı.
Bazı aciz bedenler ise, elinde olan bu yaşam denilen kısa süreyi anlamsız kinler ve nefret duygularıyla dolduruyordu. Aslında sonuç ne olursa olsun ölümden başka herşeye çare vardı. Bakış açın sana kalan sonucu belirlerdi.
Yüzümde bu kayıpları kabullenen ufak bir tebessüm oluştu. Kapıdan içeri girdim. Annem çoktan uykuya kendini teslim etmiştir, babam ise eski sevdiği filmlerden birini açmış izliyordur diye tahmin etmiştim. Dairenin kapısını yavaşça açtım. Eve bu kadar geç gelmem bizimkilerin genelde sinirlendiği durumlardan oluyordu. Benimde her defasında geleceğim saati söylememek gibi bir huyum vardı.
Babam oturma odasındaydı. Tahminim de yanılmamıştım. Diz üstü bilgisayarını almış "Rosemary'nin Bebeğini" izliyordu. Geldiğimi gördüğünde filmi durdurdu. Başını gözlüğünün üstünden bakarak bana çevirdi. Gözlerinin çevresinde yaşının getirdiği kırışıklıklar, konuşmalarına olgunluk katıyordu. Ciddi fazla sinirlenmemiş bir tavırla konuşmaya başladı.
"Neredeydin? Haber vermedin. Bu huyundan vazgeçsen mi artık? Ailenden olan birinin özellikle evladından haber alamama duygusu ve korkunun seni ne kadar etkilediğini derine dokunduğunu tahmin edemiyorsun" dedi.
Özür diledim. Söz konusu aile olduğu zaman babamın tepkisi ve korumacı duygusu daha fazla açığa çıkardı. Ne olursa olsun aile her zaman öncelikliydi. Hatta ona göre en büyük ve anlamlı yaşama nedeniydi. Bu düşüncelerine canı gönülden katılıp gurur duyuyordum. Konuştuğumuz konular ve sohbetler sıradan günlük rutin konuşmalardı. Ne zaman konuların ince ayrıntısına girmeye kalkarsak bana kendi zamanından cevap verirdi. Bazen benim anlatım dilim onun anlayamayacağı noktaya evrilirdi. Belkide sonradan gelen jenerasyonun öncekini anlayamaması insanlığın kronik problemidir. İşlerin daha hızlı halledilir ve tüketilir olması, teknolojinin her gün hayatımızı kolaylastırıp bir yandan da bizi zehirlemesi zamanımızın çoğu kısmını kayıp etmeye elverişli hale getiriyordu.
Zamanı çocuklarına göre iyi gelen birşey onların yabancılaşmasını hayatı anlamak konusunda daha çok zorlanmasını sağlıyordu.
Son zamanlar ise annem ve babam birlikte konuşurlarken ölüm bahsini geçirmeye başlamışlardı. Zamanımız daraldı. Önümüzde ki seneler gecmiş senelerimizden çok az diyorlardı. Dedikleri doğru ve ölümle barışık bir yapıda olsalar da bu konunun açılmamasını isterdim. Herkes ölümü bilsede hiçbir zaman sevdiklerinin kayıplarına hazır değildir. Hayatın kıymetide ne zaman biteceğini bilmeyip tekrarı olmayacağından geliyordur. Pişmanlık içinde bitiş noktasına gelmemek için sana sunulmuş vakitte koşacağın zamanları iyi ayarlaman gerekir. En zor şartlarda bir hayatı sürüyor olmuş olsan bile başkasının seni yönlendirmiş olduğu yaşam kurgusundan daha iyi bir serüvendir. Hiç kimse sadece başarı veya başarısızlıktan oluşmaz. İyi yaptığın işleri ve ulaştığın hedefleri kabul ettiğin gibi, yapamadıklarınıda kabullenmiş olman gerekir. Güçlü kişilerin en büyük özelliklerinden parlayanları budur. Bunları bana öğretmiş kişi karşımda duruyordu. Babam gözümde bir kahraman gibiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YOL ŞEYTANI
HororPişmanlık bilmediğin korkuların uçurumunda en karanlık gecede yatar.