19 yıldır bu krallıkta prenses olarak yaşam sürmüştüm. Ve neredeyse 20. yılım olmak üzereydi. Evet sadece 3 gün sonra 20 yaşıma girecektim. Peki ben kim miyim?
Prenses Sandra Black yani nam-ı değer beyaz prenses. Burası gölgeler krallığıydı. Diğer elementlerden daha güçlü elementler bulunuyordu. Diğer adıyla saklı elementler diyarıydı.
Herkes buranın bir efsaneden ibaret olduğunu düşünür ve konuşurdu. Adımız ve gücümüz sadece masallardan ibaretti, diğer elementlere göre.
Burda sadece beyaz elementi değil diğer güçlü elementler de var. Sarmaşıklar, ışınlar, piranalar, şimşekler ve siyahlar. Onların soyu yüzyıllar önce yok olmuştu. Ya da öyle biliniyordu, içimden bir ses siyahların hala yaşam sürdüğünü söylüyordu. Onlar bizim krallığımızın baş düşmanıydı.
Biz beyazlar ve siyahlar en güçlü elementti. Bizim gücümüz hep Ying-Yang olarak geçerdi. İyiliğin içindeki kötülüğü, kötülüğün içindeki iyiliği temsil ediyorduk.
Ama siyahlar beyazlara savaş açmıştı ve beyazlar tanrılardan güç alarak siyahları yenmişti. İşin garip yanı tanrılar biz beyazlara Black soyadını vermişti.
Bu krallıkta elliden fazla element vardı. Hepsi de sınırlı sayıdaydı. Buraya girmek kolay değildi.
New York'ta ki bir dağın içinden geçerek bu krallığa geliyorduk ve o dağ sıradan bir dağ değildi. Evet sihirliydi.
Bugün siyahların soyu tükeneli 300 yıl olmuştu tüm elementler bugünü kutlardı. Ve bugün de o kutlamalardan vardı. Ben katılmak istemezdim ama beyazların tek varisi olarak katılmak zorundaydım.
Annem Viyola Black beni doğururken hayatını kaybetmişti. Babam ise annemin ölümünde bir süre kendine gelememişti. Ama bir kızı olduğu aklına gelmiş ve onunla ilgilenmişti.
Yani benimle.Saat 13.08'di yani kutlamaya artık hazırlanmam gerekiyordu. Bazı kahinler bu gece siyah prensin geleceğini ve intikamını alacağını söylerdi. Umarım gerçek olmaz.
Üstüme lavanta pembesi uzun bir elbise giymiştim. Topuklu ayakkabı olarak hemen hemen aynı tonlarda olan üzerinde elmaslarla süslenmiş hoş bir topukluydu. Beyaz tenime dikkatle baktım boynuma safir mavisi bir kolye ve kulaklarıma aynı renk bir çift küpe takınca mükemmel görünüyordum. Güneş sarısı saçlarımdan bir tutam alarak saçlarımın arkasında birleştirdim. Sağ gözüm mavi sol gözüm elaydı. Maviyi annemden elayı babamdan almıştım. Birçok kızın istediği fiziğe ve özelliklere sahiptim. Ne kadar şanslı ve güzel olduğumun farkındaydım.
Saat 13.42'ydi gerçekten yarım saat boyunca aynada kendi düşüncelerime mi dalmıştım?
Odamdan çıktığım da sarayın her köşesinde temizlik ve süsleme yapıyorlardı. Anlamıyordum kutlama dışarıda olacaktı neden içeriyi temizlemek gibi bir zahmete giriyorlardı ki?
"Günaydın Bayan Black"
"Günaydın Manuel"Sıcak bir tebessümün ardından babamı aramaya başladım. Aç değildim sadece dolaşacak ve bir prenses olarak halkıma yardım edecektim.
•~1 Saat Sonra~•
Saatlerdir insanlar arasında dolaşıyor ve yardıma ihtiyacı olanlara yardım ediyordum. Ama çoğunluk işini bitirmek üzereydi.
Şenlik genelde 15.00 da başlardı. Saat 17.00 olunca herkes sarayın bahçesine toplanır, ziyafet başlardı.
Saat üç olmak üzereydi. Şenlikde bulunmayı sevmiyordum. Bugün de dolaşmayı planlıyordum. 18 yaşımı geçtiğim için babam bir şey demiyordu.
Bu sefer farklı bir yeri gezmek istiyordum. Birkaç gün önce saraydan ve meydandan biraz fazla uzak bir mağara vardı. Orayı çok merak ettiğim için ortaya gitmeye karar verdim.
Elbiseme baktım pek uygun değildi ama değiştirmeye üşeniyordum. Koşar adımlarla saraydan uzaklaştım.
15 dakika içinde neredeyse yolu yarılamıştım. Çalıların ardından gelen sesle irkildim. Burada yaşayan birileri mi vardı yoksa? Çalılara temkinli adımlarla yaklaşınca bir şey çıkar sanmıştım ama hiç bir şey yoktu.
Galiba bu kadar uzaklık yeterliydi sadece biraz dinlenmeye ihtiyacım var diye düşünüp koşar adımlarla saraya ilerledim. Hemen odama çıkıp kapıyı kapattım. Derin bir nefes alıp makyaj masasının sandalyesine oturdum. Korkmuyordum artık güvendeydim.
Ta ki o ana dek...
"Demek prenses sonunda geldi" korkuyla sesin geldiği yöne döndüm. Karanlıktı derken aniden ışıklar açıldı. Korkuyla çığlık atmıştım ki arkadan başka bir el ağzımı kapattı. Elini ısırmaya çalıştım. Ama kıpırdamadı bile. Ayağa kalkmaya çalışsam da iyice sandalyeye bastırıyordu.
"Ağzını bir şartla açarım bağırmayacaksın küçük bayan." olumlu anlamda kafamı sallayınca elini ağzımdan çekti.
Onları incelemeye başladım. Yatağımın üstünde oturan siyah saçlara ve hemen hemen aynı renk gözlere sahipti. Porselen gibi beyaz yeni, kemikli yüzü ve yapılı vücudu ile nefes kesiciydi.
Ama bu krallıkta ilk kez böyle birini görüyordum. Arkamda ki adama baktığımda kardeş olabileceklerini düşündüm çünkü gerçekten benziyorlardı, sadece arkamdaki bir tık daha küçük görünüyordu. Ama bu ikisinin ne beyaz ne de başka element olması imkansızdı.
B-bir saniye yoksa...
"S-siz-" daha cümle kurmama izin vermeden sözümü kesti ve soruma cevap verdi.
"Evet biz siyah elementiyiz beyaz prenses. Siyahların prensleriyiz. 300 yıl oldu değil mi." tok bir ses ile kahkaha attı.
"Bugün senin ve krallığının son günü prenses çünkü bugün siyahların uyanış zamanı..."