Bölüm 4

30 3 1
                                    

O PAZAR...

İnsan çaresiz kalınca ne yapmalı? Nereye sığınmalı? Hayat çok zorlu bir süreç. Her yerde bir engel çıkıyor insanın karşısına. Okyanusun en derininde boğuluyor gibi oluyor. Nefessiz kalıyor. Yaşarken öldüğünü hissediyor insan. İnsan çok acımasız ama çok acınası. Çok vicdansız ama çok aciz. Çok sinsi ama çok masum. İnsan böyledir işte asla tutarlı davranmaz. Kendini düşünür gerisi önemli değildir onun için. Bunları aklımdaki birkaç kişi için söylüyorum. Bütün insanlar böyle olsa hayat, hayat olmazdı. Bakın benim için neden hayat, hayat gibi hissettirmiyor çünkü bana anlattığım gibi insanlar denk geldi. Poşetten her çıkardığım elma, bir çürük elma yüzünden çürüklerdi. Ben bile bile yedim o çürük elmaları. Zarar gelmez dedim kendi kendime. Ama bakıyorum da şimdi kendime bana hayatımı yaşayamayacağım kadar zarar vermiş elmalar, çürük elmalar..Elma güzelleştirir derler, bende diyorum ruhum neden bu kadar çirkin meğerse çürükleri yiyormuşum hep. Şimdi sağlamları yesem iyileşir miyim? Size soruyorum iyileşir miyim bana sorarsanız asla. Bütün sağlam elmaları yesem de ruhumda kalacak o hasarlar canımı hep acıtacak. Kussam bu zehri geçer mi? Geçmez. Geçemez.

Hazırlanıp aynanın karşısına geçtim. Acı görüyorum yüzümde. Gülümsüyorum aynaya, yakışmıyor. Evet ailemle buluşmaya gideceğim için hazırlanıyorum. Anıl'la konuştum bu konuyu. Anlattım ona her şeyi. Güvendim, güveniyorum da. O bana gitmelisin dedi. Ona göre gitmeliymişim. Onları da dinlemeliymişim. Gerçi o demese de gidecektim çünkü içimdeki "git" hissi ağır basıyordu. Sebebini bilmiyorum, bilmeye de çalışmıyorum. Bazı düşünceleri eşelememek lazım kötü yerlere çıkabiliyor. Tam düşüncelere daldım ki telefonum çalmaya başladı.

- Efendim Anıl?

- Nasılsın diye merak ettim.

Nasılım, bakayım bir aynaya. Çok iyiyim. Gülüyorum da ne güzel..

- İyiyim. Çok iyiyim. Sen nasılsın?

- İ-iyisin yani. Bende iyiyim, teşekkürler.

- Evet, Anıl. İyiyim, kötü mü olsaydım?

- Hayır, hayır tabi ki iyi ol. Hep iyi ol Asel..

- Sende öyle. Ben şimdi parka gideceğim kapatsam olur mu?

- Olur, olur. Lütfen bana her şeyi anlat. Telefonun başında bekliyor olacağım.

- Pekâlâ. Kapatıyorum.

- Görüşür-

Kapattım. Güçlü durmaya çalışmak çok zor. Bir saniye daha açık kalsa ağlayacaktım, biliyorum. Güçlü değilim, bunu oynamak bana hiç yakışmıyor.

Arabaya binip parkın yolunu tuttum. Yaklaşık 20 dakika sürdü. Buluşmaya on dakika kalmıştı. Parka girdim, bir sürü çocuk oynuyordu. Hava çok güzeldi. Anne ve babamın yıllar önce oturduğu bankta sanırsam torunlarını getiren yaşlıya yakın bir çift vardı. Elli yaşlarındaydılar. Yanlarındaki banka oturup beklemeye başladım. Çiftten erkek olanı birden;

"Asel." dedi. Anladım ama hareket edemedim. Nefesim kesildi. Bağırmak istedim açtım ağzımı, ses çıkmadı. Haykırmak istedim, ses yoktu. Ağlamak istedim, bana yakışmazdı. Sadece bakıyordum ama o kadar acınası bir haldeydim ki hiçbir kelimeyle tarif edilmezdi. Yaşlanmışlar. Tanıyamayacağım kadar. Biraz önce o kadar tatlı çiftti ki karşımdaki iki insan şimdi eser yok o histen.

"A-Asel ne kadar da büyümüşsün, güzelleşmişsin. Atilla kızımıza bak ne kadar da zarif bir kadın olmuş."

Ayaktaydık üçümüz de. Onlar yine karşımdaydılar.

"Evet Gülden, kızımız tam bir hanımefendi olmuş. Hatırlıyor musun Asel en son buraya geldiğimizde küçücük bir kızdın."

Hâlâ hatırlıyor musun diyor, ben terk edildiğim günü unutacak kadar bunamadım. Birde yüzsüzce küçücük diyor. Utanmıyorsun değil mi baba, beni küçücük halimde bırakırken utanmadığın gibi. Belki de sorun benim. Beni alan aile de bir ay katlanmıştı bana. Sonra attı yurdun kapısının önüne. Annem birden boynuma atılıp ağlamaya başladı.

Sanat EserimHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin